Antik Yunan felsefesinin önde gelen isimlerinden Demokritos, hocası Leukippos ile birlikte atomculuk öğretisini başlatan ilk düşünürlerdendir. Bu öğreti, evrenin bölünemez, görünmeyen küçük parçacıklardan — atomlardan — oluştuğunu savunur. Demokritos’un atom anlayışı, çağlar boyunca gelişerek modern bilimin temel taşlarından biri hâline geldi ve bugün hâlâ fiziksel gerçekliğe dair kavrayışımızı derinden etkiler.

Filozoflar “ Matrix” filmini özellikle sever. Bu film, Platon ve Descartes gibi büyük filozofların fikirlerini tanıtmak için ideal bir başlangıç noktasıdır. Filmin en çarpıcı anlarından biri, baş karakter Neo’nun Matrix’in aslında bir simülasyon olduğunu fark ettiği sahnedir. O andan itibaren her şeyin ardındaki sayıları görmeye başlar. Dünyanın kaynak kodunu okur.
Neo’nun yaşadığı bu fark ediş, küçük bir yorumla, bilimkurgu olmaktan çıkar ve fiziksel gerçekliğe yaklaşır. Gerçek dünya da benzer biçimde işler. Neo’nun gördüğü yeşil kodların yerinde biz artık atomları görüyoruz. Evrenin temel yapı taşlarını, yani var olan, var olmuş ve olacak her şeyin maddesini tanıyoruz.
Bugün atomların varlığını bilim insanları ve gelişmiş mikroskoplarla kanıtlayabiliyoruz. Ancak atom fikri modern bilimin değil, Antik Yunan düşüncesinin bir ürünüdür.
Yunanlılar hemen her bilim dalının ilk adımlarını attı. Pisagor matematiğin, Aristoteles biyolojinin, Platon siyaset teorisinin, Herodotos tarihin, Hipokrat ise tıbbın öncüsüydü. Ancak bu düşünsel miras içinde en sıra dışı fikirlerden biri, Demokritos gibi atomcu filozoflara aittir.
Atom fikrini ilk kez sistemli şekilde dile getiren kişi Demokritos oldu. Ona göre atomların var olması zorunluydu; aksi halde ortaya çıkan sonuçlar saçmaydı. Eğer bir maddeyi sürekli ikiye bölebilseydik, bu işlem sonsuza dek sürerdi. Her seferinde daha da küçük parçalara ulaşırdık ama asla bir sonuca varamazdık. Oysa evren temelsiz kurulamaz. Hiçlikten hiçbir şey doğmaz. Bu nedenle, her şeyin yapıldığı en küçük ve bölünemez birimlerin var olması gerekir.

İşte Demokritos bu temel parçacıklara “atom” adını verdi. Yunanca’da “bölünemez” anlamına gelen bu kelime, ironik biçimde 20. yüzyılda bilim insanlarının atomu parçalamayı başarmasıyla anlamını yitirdi.
Atomculuk Felsefesinin Başlangıçları: Leukippos ve Demokritos
Leukippos, MÖ 5. yüzyılda yaşamış, hayatı hakkında çok az bilgi bulunan bir filozoftur. Onu tanımamızı sağlayan kişi öğrencisi Demokritos’tur. Demokritos, hocasının düşüncelerini kayıt altına alarak, doğanın atomlar ve boşluktan oluştuğu fikrinin yayılmasına büyük katkı sağladı.
Leukippos ve Demokritos’a göre atomlar, ezeli, bölünemez ve değişmeyen cisimlerdir. Bu atomlar boşlukta serbestçe hareket eder, birbirleriyle çarpışır, kümeler oluşturur ve birleşerek maddeyi meydana getirir. Ancak bu kümeler kalıcı değildir; atomlar birbirine kaynaşmaz. Sürekli hareket eden bu atomlar arasındaki etkileşim, doğada gözlenen değişimin temelini oluşturur.
Demokritos’un çözmeye çalıştığı temel sorun, gözle görülemeyen bu küçük parçacıkların nasıl olup da dünyadaki tüm nesneleri, deneyimleri ve duyumları ortaya çıkardığıydı. Doğaya baktığımızda her şeyin durmaksızın değiştiğini görürüz. Bu değişim, maddenin en küçük yapıtaşları olan atomların da hareket halinde olması gerektiğini gösterir.

Demokritos’a göre atomlar farklı şekillerde birleştiğinde ortaya bileşik yapılar çıkar. Bu yapılar, çevrelerine “eidôla” adını verdiği varlıklar yayar. Tıpkı suya düşen taşın oluşturduğu halkalar gibi, bu eidôlalar da dışarı doğru yayılır. İnsan zihni bu yayılımı algılar ve onu duyuma veya düşünceye dönüştürür. Bizim deneyimlediğimiz dünya, işte bu atomik hareketlerin bir sonucudur.
Demokritos’un teorisi, düşündüğümüzden çok daha köklü sonuçlar doğuruyordu.Örneğin, bir grup atomun birleşip belli bir titreşimle bir eidôla yaydığını hayal edelim. Bu eidôla, boşlukta ilerleyip gözlerimize ulaşır. Gözlerimiz bu dalgayı alır ve onu zihnimize iletir.
Demokritos’un bu görüşünün iki önemli sonucu vardı. Birincisi, bildiğimiz anlamda bir dünya aslında yoktur. Matrix filmindeki kodlar gibi, gerçekliğin arkasında anlaşılmaz atomlar bulunur. Zihnimiz bu atomik etkileşimlerden bir “gerçeklik” üretir ve yaşadığımız dünya, kendi kendimize kurduğumuz bir yanılsamadan ibarettir.
İkincisi, her şey atomlardan oluşur. Bu görüş, Demokritos’u tarihteki ilk determinist filozoflardan biri yapar. Ona göre özgür irade yoktur. Seçim yapıyor gibi görünsek de aslında hepimiz, fizik yasalarına göre hareket ederiz.
Atomculuk ve Epikür
Bu noktada her şey fazlasıyla karamsar görünebilir. Ancak Demokritos, tam tersine “kahkaha atan filozof” olarak tanınırdı. Hiçbir şeyi fazlasıyla ciddiye almazdı. Eğer gerçeklik, zihnimizin uydurduğu bir hikâyeyse ve evren yalnızca fizik yasalarıyla işliyorsa, her şeye bu kadar takılmanın ne anlamı var?
Elbette Demokritos her konuda haklı değildi. Ama düşündükçe ulaştığı bazı sonuçlar, binlerce yıl sonra bilim insanları tarafından deneysel olarak kanıtlandı. İlk atomcu filozof, yalnızca teorileriyle değil, düşünmenin ve sorgulamanın ne kadar ileriye taşıyabileceğini göstermesiyle de ilham verici bir örnek oldu.
Atomculuk tarihinden bahsedip de Epikür’ü anmamak mümkün değil. Helenistik dönemin erken dönem filozoflarından biri olan Epikür, atomcu düşünceyi muhtemelen Demokritos’un bir takipçisi aracılığıyla öğrenmişti. Ancak bu öğretiyi olduğu gibi benimsemedi; kendi felsefi sistemiyle uyumlu hale getirmek için bazı önemli değişiklikler yaptı.
Demokritos, atomların hareketini evrenin merkezine yöneldiğini düşünürken, Epikür onları sonsuz bir evrende aşağı doğru düşen varlıklar olarak hayal etti. Ona göre bu düşüş, zaman zaman atomların rotasından saparak birbirleriyle çarpışmasına neden oluyordu.

Ayrıca fizik, epistemoloji, toplum sözleşmesi ve din gibi konuları kapsayan kapsamlı bir felsefesi vardır.
Epikür’e göre bu rastlantısal yön değişikliği — yani sapma — maddenin ortaya çıkmasını sağlayan sonsuz çarpışmaları başlatıyordu. Atomlar birbirlerine çarpıp sekerek farklı madde biçimlerini oluşturuyordu.
Lucretius: En Ünlü Atomist mi?
Tıpkı Demokritos ve Leukippos gibi, bugün Epikür’ün düşüncelerinden haberdar olmamızı sağlayan en önemli kaynaklardan biri, en ünlü öğrencisi Lucretius’tur. Lucretius’un neredeyse bütünüyle günümüze ulaşan ve oldukça etkili olan eseri De rerum natura (Şeylerin Doğası Üzerine), Epikürcü düşünceyi temel alan felsefi bir şiir olarak yazılmıştır.

Eserin tamamını burada özetlemek mümkün değil, ancak özellikle ilk bölümler, Lucretius’un Epikür’ün fikirlerini nasıl yorumladığını anlamak açısından önemli ipuçları sunar. De rerum natura, hiçbir şeyin yoktan var olmayacağını ve var olan hiçbir şeyin tamamen yok olmayacağını savunur.
Tıpkı Demokritos gibi, doğanın iki temel bileşenden oluştuğunu ileri sürer: boşluk ve cisim (madde). Çevremizi saran doğa, bu iki unsurun birleşiminden meydana gelir.

Atomcu geleneğe sadık kalan Lucretius, maddenin mikroskobik atomlardan oluştuğunu belirtir. Bu bölünemez küçük parçacıklar, sonsuz bir evrende var olurlar. Çünkü sonsuz boşlukta, sayısız atom sonsuzca dağılmıştır.
Bu anlatım tarzı, günümüzdeki bilimsel evren anlayışımızla belirli benzerlikler taşıdığı için De rerum natura hâlâ büyük ilgi görür. Lucretius’un Epikür’ün düşüncelerini şiirsel bir dille aktarması, atomculuğun tarihsel ve kültürel etkisini canlı tutmuştur.
Aydınlanma ve Ötesinde Atomculuk
Erken dönem Hristiyan din adamları, Lucretius’tan ve onun düşüncelerinden nefret etseler de (De rerum natura’da ölümden sonra hayat olmadığını ve evrenin yaratılışının hiçbir amacı bulunmadığını savunuyordu), onun şiiri ve diğer antik atomcuların çalışmaları farklı kültürlerdeki düşünürleri etkilemeye devam etti.
Rönesans’ta atomculuk, Orta Çağ’daki konumundan farklı olarak daha muhalif ve sisteme karşı duran bir düşünce biçimine dönüştü. Bu görüş, özellikle Hristiyan-Aristotelesçi evren anlayışından rahatsızlık duyan radikal düşünürler arasında ilgi gördü. En dikkat çekici örneklerden biri Giordano Bruno’ydu.
Bruno, atomları sonsuz sayıda gezegenin ve güneş sisteminin yer aldığı sınırsız bir evren kuramına dahil etti. Ona göre bu atomlar, maddenin en küçük parçalarıydı ve içerdikleri tanrısal öz sayesinde tüm varlıkları birbirine bağlıyordu.

Ancak bu fikirler, dönemin dini otoriteleri tarafından sapkınlık olarak görüldü. Engizisyon tarafından yargılanan Bruno, sonunda diri diri yakılarak idam edildi.
Bruno gibi düşünürlerin trajik sonlarına rağmen, atomculuğa duyulan ilgi 17. yüzyıla ve sonrasına kadar sürdü. Ancak bu dönemde eski atomculuktan farklı olarak, Aydınlanma’nın yükselen bilim anlayışı “mekanik atomculuk” üzerinde yoğunlaştı.
Mekanik atomcular, atomculuğu ruhun doğası ya da göksel varlıkları açıklamak için değil, doğrudan maddi dünyayı anlamak için kullandılar. Kimyager John Dalton ise buna bilimsel bir bakış açısı kazandıran ilk kişi olacaktı.

Her ne kadar antik felsefi atomizm ile günümüzün atom teorisi arasında bağlam ve teori açısından çok büyük farklılıklar olsa da, Demokritos gibi düşünürler olmasaydı bugün vardığımız noktaya ulaşmamız da mümkün olamazdı. Elbette tüm bu düşünürler zamanında pek çok hatalar yapmışlardı. Ancak sadece düşünce yoluyla bugünün modern atom teorisinin temellerini atmayı da başarmışlardı.
Kaynaklar ve ileri okumalar için:
- Ancient physics: How Democritus predicted the atom. Yayınlanma tarihi: 29 Mayıs 2021; Bağlantı: Ancient physics: How Democritus predicted the atom/
- Ashcroft, Rachel. “Philosophy of Atomism: Did Ancient Greek Thinkers Discover Atoms?” TheCollector.com, January 24, 2023, https://www.thecollector.com/ancient-greeks-discover-atoms-atomism/.
Matematiksel