Uyuduğumuzda günlük hayat adeta askıya alınır. O anlarda odadaki sinekten ya da sokaktan geçen insanlardan habersiz oluruz. Peki ya bunların hiçbiri aslında gerçek değilse? Ya evren yalnızca sizin bilincinizde var oluyorsa? Ve siz yok olduğunuzda, tüm evren de sizinle birlikte yok olacaksa? Bu düşünce, solipsizmin temelinde yatan sorulardan biridir.

Solipsizm Felsefesi Nedir?
Türkçeye tekbencilik olarak çevirebileceğimiz solipsizm, yalnızca kendi zihninin var olduğuna inanan felsefi bir görüştür. Solipsizm, teknik olarak, aşırı bir kuşkuculuk biçimidir. Hem tamamen mantıksız hem de çürütülemezdir.
Bu düşünceye göre, evrende bilinçli olan tek varlık sizsiniz. Evren, sizin bilinç kazandığınız anda ortaya çıkmıştır ve siz öldüğünüzde yok olacaktır. Bu fikir ne kadar çılgınca görünse de, tek bir yalın gerçeğe dayanır. Hepimiz, kendi öznel farkındalığımızla yalıtılmış bir bilinç hapishanesinde yaşıyoruz.

Kendi zihninizin varlığını her an yaşarsınız, ama başka zihinlerin varlığını yalnızca dolaylı işaretlerle çıkarabilirsiniz. Diğer insanların da sizin gibi algıları, duyguları, anıları ve niyetleri olduğu izlenimini edinirsiniz, ama bundan emin olamazsınız. Bu satırları yazan kişinin zihinsel bir dünyası olduğunu tahmin edebilirsiniz, ama doğrudan erişiminiz yoktur.
Bu bağlamda baktığımızda aslında solipsizm bir bilgi teorisidir. Yani epistemolojinin alanına girer. Felsefenin ana dallarından biri olan epistemoloji, bilginin ne olduğu üzerine kafa yorar. Solipsizm de bu bakımdan bilinebilecek tek şeyin kişinin kendi varlığı olduğunu savunur.
Solipsizmin kökenlerini Antik Yunan’a kadar izlemek mümkündür. Gerçekliğin ne olduğu ve insan algısının sınırları üzerine düşünen Parmenides ve öğrencisi Zeno, bu düşüncenin erken temsilcileri arasında sayılabilir.
Ancak solipsizmin belirgin bir felsefi duruş olarak kabulü 17. yüzyılda olmuştur. René Descartes’ın meşhur “Cogito, ergo sum” sözü solipsizmin dayanaklarından biridir. Çünkü bu söz, öz farkındalığın kesinliğini temel hakikat olarak ileri sürer.

Daha sonra, George Berkeley’nin “Var olmak, algılanmış olmaktır” sözü solipsistik eğilimleri daha da güçlendirmiştir. 19. yüzyılda Kierkegaard, Nietzsche ve Sartre gibi isimlerin öne çıktığı varoluşçuluk akımı da solipsist düşüncenin yayılmasına zemin hazırlamıştır. 20. yüzyılda ise Heidegger ve Wittgenstein gibi filozoflar, dilin sınırları ve varoluşun yapısı üzerine geliştirdikleri görüşlerle solipsizmin felsefi etkisini günümüze taşımıştır.
Peki Evrendeki Tek Bilinçli Varlık Olmadığımı Nasıl Bilebilirim?
Solipsizm problemi, bilincin ne olduğunu açıklamaya çalışan çabaları sürekli sekteye uğratır. Bilim insanları ve filozoflar bilinçle ilgili sayısız çelişkili teori öne sürmüştür. Panpsişistler, bilinçli varlığın sadece insanlar ya da hayvanlarla sınırlı olmadığını savunur. Öte yandan katı materyalistler, tam tersine, insanların bile sanıldığı kadar bilinçli olmadığını öne sürer.

Ancak bu tür teorileri doğrulamak ya da çürütmek mümkün değildir. Çünkü karşımızdakinin bilinçli olup olmadığından asla emin olamayız. Bilim insanı Christof Koch’un deyimiyle elimizde “bilinçölçer” gibi bir araç yoktur. Sıcaklığı ölçen termometre gibi, bilinç seviyesini ölçecek bir aygıt geliştirilmemiştir. Bu yüzden bilinç kuramları hâlâ spekülasyon düzeyindedir.
Solipsizm problemi sadece felsefi bir teknik mesele değil, aynı zamanda herkesin içinde saklı yalnızlık duygusuna verilen içgüdüsel, hatta paranoyak bir yanıttır. Solipsizme entelektüel olarak karşı çıksak bile, duygusal olarak bunu hissederiz. Başkalarından yabancılaştığımızda ya da hiçbir insanı gerçekten tanıyamayacağımızı fark ettiğimizde bu içsel yalnızlık kendini hatırlatır.
Bu soruna karşılık olarak din devreye girer. İnsanlık, en gizli korkularımıza ve arzularımıza tanık olan doğaüstü bir varlık fikrini yaratmıştır. Ne kadar yalnız hissedersek hissedelim, Tanrı’nın bizi gördüğüne ve sevdiğine inanmak rahatlatıcıdır.

Sevgi—ideal koşullarda—bu yalnızlık sorununu aştığımızı bize hissettirir. Birini içeriden tanıdığımızı, onun da bizi tanıdığını düşünürüz. Birlikte pizza yerken ya da bir dizi izlerken oluşan o küçük bağ, aramızdaki duvarın kalktığına dair bir yanılsama yaratır. Ama bu yanılsama geçicidir. Partneriniz sizi hayal kırıklığına uğratır, aldatır ya da sadece zamanla aranızda bir mesafe oluşur. Bir gün ona bakar ve şöyle düşünürsünüz: “Bu garip varlık da kim?” Solipsizm geri dönmüştür—hem de daha sarsıcı ve boğucu bir şekilde.
Solipsizm sadece diğer zihinler sorunu değil
Dahası da var. Solipsizm sadece diğer zihinler sorunu değil, aynı zamanda kendi zihnimizle ilgili bir sorundur. Evrimsel psikolog Robert Trivers’ın işaret ettiği gibi, başkalarını kandırdığımız kadar kendimizi de kandırırız. Bu karanlık gerçeğin bir sonucu da, kendimizi başkalarından bile daha az tanıdığımızdır.
Bazı insanlar için bu sorun patolojik bir hâl alır. Capgras sendromu olan kişiler, sevdiklerinin yerine onları taklit eden sahte kişilerin geçtiğine inanır. Cotard sendromu ise kişinin kendisini ölü sanmasına yol açar. Daha yaygın olan derealizasyon bozukluğunda ise kişi kendisini, başkalarını ve tüm dünyayı sahteymiş gibi hisseder. Ya bu tür algılar, aslında gerçeğin ta kendisi ise? Budist öğretiye göre “benlik” diye bir şey yoktur. Kendi özümüzü tanımlamaya çalıştığımızda, parmaklarımızın arasından kayar gider.
Meditasyon ve psikoterapi gibi uygulamalar, bu korkuyla baş etmemize yardımcı olabilir. Ancak bunlar sorunu çözmek yerine yalnızca onu görmezden gelmemizi sağlar. Solipsizm sorununu bastırmayı, yok saymayı öğreniriz.
Cenneti, nirvanayı ya da teknolojik tekilliği düşlememiz de bu yüzden. Yalnızlığın ortadan kalktığı, bilincimizin birleştiği hayali yerler yaratırız. Ancak solipsizmden gerçek anlamda kurtulamayız—en fazla onunla yüzleşebiliriz.
Gelecekte belki teknoloji bize bu hapishaneden kaçış sunar. Beyin implantlarıyla düşüncelerimizi birleştirebiliriz. Ya da beyin dokularımızı birbirimize aktararak zihinsel bir yakınlık kurabiliriz. Ama gerçekten bunu ister miyiz? Belki de solipsizmle başa çıkmanın en iyi yolu, onunla yaşamayı öğrenmek ve bazen de varlığını unutmaya çalışmaktır.
Kaynaklar ve İleri Okumalar
- Dunne, Luke. “Solipsism: Overview & Legacy of the Philosophical Belief” TheCollector.com, April 5, 2024, https://www.thecollector.com/what-is-solipsism/
- How Do I Know I’m Not the Only Conscious Being in the Universe? ; Bağlantı: How Do I Know I’m Not the Only Conscious Being in the Universe? (thecollector.com) ; Yayınlanma tarihi: 10 Nisan 2024
- How Do I Know I’m Not the Only Conscious Being in the Universe? Kaynak site: Scientific American. Yayınlanma tarihi: 11 Temmuz 2020. Bağlantı: How Do I Know I’m Not the Only Conscious Being in the Universe
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.
Matematiksel