Felsefe

Albert Camus ve Absürdizm: Hayatın Bir Anlamı Var mı?

Hepimiz bazen çok zor zamanlar geçiririz, hayatın üstümüze geldiğini düşünürüz. Ama sonra hayata deyimi yerindeyse kuş bakışı bakarız. Evrenin akıl almaz büyüklüğünü ve içindeki konumumuzu hatırlayınca hiçbir şey için değmeyeceğine karar verir ve rahatlarız.

Bu örneğin bize gösterdiği şey şudur: biz insanlar, kendimizin ötesindeki şeyleri görme yeteneğine sahibiz. Kişisel bir bakış açısından kendi hayatımızın ciddiyetini algılayabiliriz. Bununla birlikte, hayatı kendimizin dışındaki haliyle de görebiliriz. Bu açıdan bakınca insanlık, yaşadığımız hayat ve kendimiz tüm önemini kaybetmeye başlar. İşte ünlü filozof Thomas Nagel’e göre absürdizmin kaynağı, bu iki bakış arasındaki gidiş gelişlerdir.

Absürdizm deyince akla şüphesiz Albert Camus geliyor. O yüzden bu yazımızda Albert Camus ile hayatın anlamını bulmayı deneyeceğiz.

Albert Camus Kimdir?

Albert Camus ve Absürdizm: Hayatın Bir Anlamı Var mı?
Albert Camus, 1955. Fotoğraf, Loomis Dean

Camus, o zamanlar Fransa’nın bir kolonisi olan Cezayir’de 1913 yılında doğdu. Albert Camus’nün babası Fransız, annesi ise Cezayirli’ydi. Çocukluğunda ağır bir tüberküloz geçiren Camus, ölümün hayattan çok da uzak olmadığı fikriyle büyümüştü. Bu da onu hayatın anlamını sorgulamaya ve felsefeye iten sebepler arasındadır.

Eğitimini Cezayir’deki devlet okullarında gören Camus, daha sonra Cezayir Üniversitesi’nde felsefe okudu. Ancak kendisini hiçbir zaman bir filozof olarak görmedi. Kendisini hep bir yazar ve sanatçı olarak görüyordu. Şüphesiz öyleydi de. 22 yaşında başlayan yazarlık kariyeri 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesiyle taçlanmıştı.

Albert Camus, yazılarında daha çok Friedrich Nietzsche gibi nihilist ya da varoluşçu yazarlardan ilham alıyordu. Yazılarını insanların kendilerini terk edilmiş, anlamsız ve savaş tarafından yıkılmış hissettikleri bir dönemde yazmıştır. Bu nedenle yazılarında varoluşsal hayal kırıklığı ve yabancılaşma temalarını işlemiştir.

Albert Camus ve Absürdizm: Hayatın Bir Anlamı Var mı?
Albert Camus (7 Kasım 1913 – 4 Ocak 1960)

Felsefeye olan en büyük katkısı ise romanlarında ve oyunlarında incelediği nihilist bir yaşam görüşü olan absürt kavramıdır. Ona göre acilen cevaplanması gereken bir soru varsa o da hayatın anlamının ne olduğudur. Nitekim kendi varoluşçu felsefesinin de temelinde şu soru yatar: Hayat yaşamaya değer mi?

Albert Camus 1960 yılında bir araba kazasında hayatını kaybetti. Günümüzde çalışmaları akademisyenler ve öğrenciler tarafından incelenmeye devam ediyor.

Albert Camus’nün Varoluşçuluk Felsefesi

Felsefi açıdan baktığımızda Albert Camus’u varoluşçulukla kolayca ilişkilendirebiliriz. Varoluşçuluk felsefesinin ana çıkış noktası, insanın varlığının araştırılması gereken ve araştırılabilecek tek gerçeklik olduğudur. Fakat Camus’un felsefi görüşleri bazen çelişkili gibidir ve zamanla ciddi anlamda değişmiştir. Yine de onun felsefesini bireycilik ve varoluşun anlamsızlığı sorunuyla karakterize edebiliriz.

Camus’un varoluşçuluğu, Sartre’da olduğu gibi yaşamın ve insanın iğrençliğine dayanmaz. Yazımızın başında da değindiğimiz insanın büyüklüğü düşüncesinden ve güzel ama insana karşı kayıtsız bir dünyanın varlığından kaynaklanan umutsuzluğa dayanır.

Albert Camus varoluşçuluk
Bulantı, ünlü varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre’ın ilk kitabı olup 1938 yılında yayınlanmıştır. Günlük biçiminde yazılan kitapta, romanın kahramanı Roquentin’in dünya karşısında duyduğu tiksinti anlatılır. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin’in kendi bedenine de yöneliktir. “Varoluş”la yüz yüze gelen Roquentin’in geçirdiği değişimi anlatan Bulantı, varoluşçuluğun kült kitaplarından biridir. Bulantı, romanın adı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte’ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. 

Ünlü filozof eserlerinde modern bireyin yaşamını en ince ayrıntısına kadar inceler. Bunu yaparken de insanın varoluşunun anlamını bulmaya çalışır. Bunun sonucunda Camus, insanın varlığının kendi içerisinde saçma olduğu sonucuna varır.

“Hayatın Anlamını Ölüm Olasılığıyla Yüzleştiğimizde Anlayabiliriz”

Albert Camus, Sisifos Efsanesi adlı makalesinde intihar kavramı üzerine kafa yorar. Ona göre hayatın anlamını ancak ölüm olasılığıyla yüzleştiğimizde anlayabiliriz. Hayatın yaşamaya değer olup olmadığı sorusu, hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğine dair anlayışımızın merkezindedir. Başka bir deyişle, ölümün kaçınılmazlığını kabullenerek yaşama dört elle sarılabiliriz.

Albert Camus, anlamsız bir hayatın yaşamaya değmeyeceğini düşünüyordu. Bu nedenle intiharın çok az da olsa bir yararı olduğu görüşündeydi. Fakat insanları intihara teşvik etmiyordu. Çünkü ölümde yaşamdan daha çok anlam olması mümkün değildir. İntihar hakkındaki düşünceleri tartışmalı olsa da, kendi ölümlülüğümüzün farkında olmak hayatın değerini anlamamıza yardımcı olacaktır.

Hayatın Bir Anlamı Yok mu?

Yaşamın anlamı nedir? Neden burayız? Neden varız? Bütün bunların amacı ne? Bu sorular fazlasıyla kadim sorulardır ve henüz bunlara net bir cevap verebilmiş değiliz. Camus bunun sebebinin aslında hayatın bir anlamı olmamasından kaynaklandığını düşünüyordu. Kulağa saçma gelmiş olabilir. Fakat ona göre kanıtları göz önüne bulundurursak ulaşabileceğimiz tek mantıklı sonuç bu.

Camus hayatın anlamı sorusunda öncelikle bilimsel olarak yaklaşıyor. Evrenin kendisine bakarsak bize karşı son derece kayıtsızdır. Bahçemizdeki elma ağacı biz yiyelim diye meyve vermez ya da yıldızlar ve gezegenler kişiliklerimizi etkilemez. Biz olmadan da pekala evren varlığını sürdürebilirdi. İşte Camus’u hayatın anlamı olmadığına götüren ilk ipucu buydu.

Albert Camus ve Absürdizm: Hayatın Bir Anlamı Var mı?
Gözlemlenebilir evren 93 milyar ışık yılı genişliğindedir. İçinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi sarı okla gösterilen bölgededir. Bu fotoğrafa bakınca evrenin biz olmadan da var olabileceği gerçeği daha da belirginleşiyor.

Daha sonra aynı soruya dinsel açıdan cevap aramaya çalışır. Ancak dini inançlar bile nihayetinde kanıtlara değil inanca dayanır. Ve ona göre bir Tanrı varsa bile bizimle ilgileneceği, bizim için planlar yapacağı şüphelidir.

Daha sonra Camus, kendi anlamımızı kendimizin yaratması fikrini ele alır. Bu yaklaşım birçok kişinin benimsediği bir yaklaşımdır. Fakat Albert Camus, bunun boşuna bir çaba olduğunu savunur. Hayatımıza verdiğimiz anlam ne olursa olsun sonuçta öznel bir anlamdır. Hatta Camus bu konuda daha da ileri giderek kendi anlamını yaratmaya çalışmanın felaketle sonuçlanacağını söyler. Çünkü eninde sonunda yaratmaya çalıştığımız anlamımız nesnel kanıtlarla çelişecek ve saçmalaşacaktır. Bu nedenle ona göre hayat anlamsız ve saçma bir meseledir.

Absürt Nedir?

Albert Camus’ye göre absürt ya da diğer adıyla saçma, insanın irrasyonel olanla yüzleşmesidir. Her insanın yaptığı ve deneyimlediği şeyde doğuştan gelen bir anlam bulma arzusu vardır. Hepimiz hayatımızın önemli olmasını istiyoruz. Öte yandan, evren iyi kötü her şeyin mümkün olduğu bir yerdir. Ve sandığımız kadar önemli de değilizdir.

Albert Camus ve Absürdizm: Hayatın Bir Anlamı Var mı?
Absürt, sadece felsefi bir kavram değildir; aynı zamanda yaşanan bir deneyimdir. Absürtlüğü en güzel bu mantıklı olmayan dünyada kaybolmuş ve yalnız hissettiğimizde, kendimizi bir döngüde sıkışmış gibi hissettiğimizde, sorularımıza cevaplar arayıp bulamadığımızda deneyimleriz.

Ancak Camus’ye göre absürt, korkulacak ya da kaçılacak bir şey değildir. Aksine, kucaklanması gereken bir şeydir. Çünkü absürt, anlamsız olsa bile hayatımızın değerli olduğunu hatırlatır.

Bu Absürt Dünyada Delirmeden Yaşama Rehberi

Camus’ye göre bu absürt dünyada makul bir şekilde yaşamaya çalışmamız gülünçtür. Onun bu düşüncesi başka bir soruna daha yol açar. Varlığımızın saçmalığı sorununu yaratan iki şey absürt dünya ve zihnimiz ise, bunlardan birini ortadan kaldırarak bu sorunu ortadan kaldırabiliriz der Camus. Ve bunu yapmanın iki yolu vardır:

  1. İlk yol, varoluşun anlamsızlığı görmezden gelmektir. Evlilik, iş, emeklilik, öteki dünya gibi hedefleri izleyerek ve dünyanın istikrarlı bir yer olduğuna inanarak yaşamaktır. Ancak Camus’ye göre bu durumda özgürce hareket edemeyiz. Çünkü eylemlerimiz yukarıda saydığımız hedeflere bağlı olmak zorunda kalacaktır.
  2. İkinci yol ise, akıl yürütmeyi reddetmektir. Karl Jaspers gibi filozoflar bunu zihni işe yaramaz bir araç olarak gördükleri için yaparlar. Kierkegaard gibi filozoflar ise, evrenin insanın anlayamayacağı ilahi bir planla yönetildiğini düşündükleri için akıl yürütmeyi reddederler.
Albert Camus ve Absürdizm: Hayatın Bir Anlamı Var mı?
Soren Kierkegaard (1813 – 1855). Danimarkalı filozof, varoluşçuluğun öncülerinden sayılır. Kierkegaard, dindar babasının etkisiyle din eğitimi alarak ve katı bir dini atmosfer içinde yetişti. Tüm yaşamında bunun etkisini görmek mümkündür. Kendisi de dinsel düşünceleri olan birisi olmakla birlikte sürekli din adamlarıyla, kurumlarıyla ve düşünceleriyle çatışma halinde oldu. Mevcut Hristiyanlığın yozlaşmış olduğunu ileri sürdü ve Hristiyan inancının tamamen yenilenmesine yönelik eleştiriler geliştirdi. Kierkegaard, din ve Tanrı’yı tamamen bireysel bir konu olarak değerlendirdi. Bu yönde giderek sistematik felsefenin bireyi göz ardı eden bütüncüllüğünü de reddetti. Felsefesinde bireyi merkeze aldı.

Albert Camus, bu iki seçeneği de doğru bulmaz ve üçüncü bir yol olabilecek intihar da mantıklı bir çözüm değildir. Çünkü onun bakış açısına göre intihar, mantıksız dünya ile insan zihni arasındaki çelişkiyi umutsuz bir şekilde kabul etmek demektir. Bütün bunların yerine Camus delirmeden yaşamak için 3 şey önerir:

1. Sürekli İsyan Etmeliyiz!

Ona göre varlığımızın saçmalığına karşı sürekli savaşmalıyız. Ölümle karşı karşıya kaldığımızda bile yenilgiyi asla kabul etmemeliyiz. Ölümün kaçınılmaz olduğunu bile bile sürekli isyan halinde olmak Camus’ye göre var olmanın tek yoludur.

2. Sonsuz Özgürlük Yoktur!

İnsan dünya hakkındaki ebedi fikirlerin kölesi olmak yerine aklını kullanmalıdır. Ancak bunu yaparken de aklın sınırlılıklarını göz ardı etmemelidir. Yani özgürlüğü başka yerlerde başka dünyalarda değil, şimdi ve burada aramalıyız.

3. Tutku İtici Güçtür

Mümkün olduğunca hayattaki her şeyi sevmeliyiz. Ve hayatımızın tatmin edici olması için çaba harcamalıyız.

Şüphesiz ki Albert Camus oldukça farklı bir filozof, bunu bu yazımızda rahatlıkla görmüş olduk. Ayrıca günümüzün karmaşık yaşamını göz önüne aldığımızda bu 3 yöntem faydalı olabilir. Aklımızda bulunsun. Yazının devamında bu yazımıza da göz atınız: Jean-Paul Sartre 1964’te Nobel Ödülünü Neden Kabul Etmemişti?


Kaynaklar ve İleri Okumalar

Matematiksel

Melike Üzücek

Ankara Fen Lisesi'nden mezun oldum. Erdemli insanların yetişmesinde en önemli unsurun eğitim olduğunu düşündüğüm için lisans eğitimime matematik eğitimi üzerinden devam ediyorum. Kitap okumayı yazarların zihinlerine, düşünce dünyalarına girmek olarak gördüğümden kitap okumak benim için boş zaman aktivitesinden çok daha farklı bir konumdadır. Araştırma yapmayı ve sorgulamayı seven biriyim. Matematik ve biyoloji başta olmak üzere felsefe, astronomi, modern fizik ile ilgileniyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu