Tıp ve Sağlık

İnsülinin Keşfi: Egoların ve Zehirli Rekabetlerin Bir Öyküsü

İnsülinin keşif öyküsü bir bakıma, tesadüfi araştırmaların ve farklı kişiler tarafından yeniden bulunuşunun hikâyesini anlatır. Çünkü bilim insanları arasındaki zıtlıklar, tartışmalar ve anlaşmazlıkların yanı sıra; aynı zamanda büyük hayal kırıklıkları, başarısızlıklar ve umutlarla karakterize edilen gerçek bir atılımı temsil eder.

Diyabetin ilk bulguları eski Mısır, Hint ve Çin ders kitaplarından oluşan bir koleksiyona dayanır. Tıp tarihinde en çok çalışılan hastalıklardan biridir. Hem tedavisini hem de prognozunu gerçekten kökten değiştiren insülinin keşfiyle de tıp tarihinde bir dönüm noktası olmuştur.

Sinsi Bir Canavarın Doğuşu

Diyabet, adını muhtemelen Yunanlı Hekim Apamealı Demetrius veya Kapadokya’lı Aretaeus (MS 129-199) tarafından Yunanca “διαβ – diab” (şeker) kelimesinden alır. Romalı Hekim Claudius Galenus (MS 125-199) “diarrhea urinosa” ve “dipsatos” terimlerini kullanmıştır. İbn-i Sina (980-1037) “The Canon of Medicine” adlı eserinde, diyabetik hastalarda anormal iştahı ve kangreni tanımlamış ve tedavi olarak tohum karışımı (acı bakla, çemen ve zedoar) kullanımını önermiştir.

“Diyabetes mellitus” terimi, 1674’te Iatrochemical Tıp Okulu’ndan İngiliz doktor Thomas Willis (1621-1675) tarafından “pissing evil” olarak tanıtılmıştır. Willis’in bu terimi kullanma nedeni, yine bir diyabet türü olan “Diyabetes insipidus”ü, Diyabetes mellitus türünden klinik olarak ayırt etmek ve diyabetiklerde en yaygın belirtilerden biri olan idrarın özel tatlılığına atıfta bulunmaktır. Ne yazık ki sık sık tuvalete gitmek, hastalığın en küçük belirtilerinden biriydi.

İnsülinin Keşfinden Önce Diyabet Ölüm Anlamına Geliyordu

İnsülinin keşfinden önce, tip 1 diyabet tanısı kesin ölüm anlamına geliyordu. Diyetlerindeki karbonhidratlardan şekeri metabolize edemeyen hastalar, ketonlar olarak bilinen toksik bileşiklerin üretimi nedeniyle komaya girip ölene kadar zayıflardı. 20. yüzyılın başında bile durum aynıydı. Hastaları açlık diyetine sokmak dışında yapılacak fazla bir şey yoktu.

Dolayısıyla hekimlerin, diyabetik hastalarda yüksek şekeri sağlıklı seviyelere getirecek ve hatta onları komadan çıkaracak bir hormonun keşfine uğraşmalarına şaşmamalı. Pankreastaki küçük adacık benzeri doku parçaları tarafından yapıldığı için bu hormona, Latince “ada” anlamına gelen “insülin” adı verildi. Amerikalı diyabet doktoru Elliott Joslin, 1922’nin başlarında hastalarını tedavi etmek için ilk kez insülin kullandı.

Elliott Joslin (1869-1962)

Joslin’in meslektaşı Walter Campbell da aynı derecede etkilendi. Hatta ham pankreas özlerini “kalın kahverengi çamur” olarak betimledi. Bu kalın kahverengi çamur hayat kurtarıyordu. Ancak araştırmalarla anlaşıldığı gibi eğer insülin yanlış dozda enjekte edilirse, hastanın kan şekeri seviyesinin düşmesine de neden oluyordu. Buna bağlı olarak hasta hipoglisemik şoka ve ölümcül komaya girebilirdi.

Şeker hastalığının tarihçesi üzerine okuma yapmak isteyenler bu kaynaktan yararlanabilirler. Gelelim yazımızın içeriğini anlatmaya: Bu hikâye, canavarca kullanılan egoların, zehirli kariyer rekabetlerinin ve bilimsel adaletsizliklerin öyküsünü anlatacaktır.

Çalan Bir Telefon ve Öfkeli Bir Adam

1923 yılının Ekim ayının bir sabahında Frederick Banting çalan telefonunu açarken, aslında pek çok bilim insanının hayalini süsleyen bir aramanın geldiğini bilmiyordu. Hattın diğer ucundaki arkadaşı oldukça heyecanlı bir şekilde Banting’e sabah gazeteye bakıp bakmadığını sordu. Banting hayır diye cevaplayınca arkadaşı hemen atılarak insülini keşfettiği için Nobel ödülüne layık görüldüğünü bildirdi. Banting ise arkadaşına “cehenneme git” diye bağırdı ve ahizeyi kapattı. Sonra sabah gazetesine göz attı.

Ne yazık ki orada, en büyük korkularının gerçekleştiğini gördü. Gerçekten de Toronto Üniversitesi’nde Fizyoloji Profesörü ve patronu olan John Macleod ile Nobel ödülüne layık görülmüştü. Gazetedeki haberin peşi sıra Banting, Kanada Başbakanı Mackenzie King’den ömür boyu emekli maaşına bağlandığına dair bir mektup aldı. Ayrıca Kanada Sergisini açmaya davet edildi. (“seçkin bir Kanada veya İngiliz vatandaşına” mahsus bir onur). Hatta Kral V. George tarafından Buckingham Sarayı’na çağrıldı. Sonrasında da Nobel ödülünü aldı.

Frederick Banting’i Bu Kadar Kızdıran Şey Neydi?

Bu durumun temelinde, basının gerçeği bilmeden insülini bir mucize olarak selamlaması ve onu keşfeden kişi için övgülerini hızla yağdırmaya başlaması yatmaktaydı. Çünkü ona göre ödülü Macleod ile paylaşmak sadece gülünç bir durum değil, aynı zamanda bir hakaretti. Macleod’un kendisinin de 1940’ta basılmış bir dergide çok açık bir şekilde belirttiği gibi, insülinin keşfi üzerinde herhangi bir iddiada bulunmaya hiçbir hakkı yoktu.

Dahası patronu Macleod asla güvenilmez biriydi. Banting onunla ilgili görüşlerini: “Tanıdığım en bencil adamdır. Kendini geliştirmek için mümkün olan her fırsatı aradı. Sabah Macleod’a herhangi bir şey söylerseniz ya bir derste o fikri onun ağzından anlatılırken bulursunuz ya da akşama onun adına basılmış bir makalede bu fikrin yazılmış olduğunu görürsünüz… O vicdansızdır ve olası herhangi bir kaynaktan bir fikir ya da çalışmayı çok rahat çalar.” diyerek fikrini olumsuz yönde beyan etmiştir.

Öte yandan Banting ödülü asla kazanamayabilirdi.

Çünkü Macleod olmasaydı muhtemelen Ontario eyaletindeki bir okulda araştırmacı olarak kalacak ve ödülü alamayacaktı. Batı cephesinden yaralı bir savaş kahramanı olarak Kanada’ya döndüğünde Banting, kariyerinin hızla yokuş aşağı gittiğini fark etmişti. Doktorluk eğitimi aldıktan sonra, özel bir tıp muayenehanesi kurmayı ummuştu. Ancak bu umutlar hızla buharlaşıyor gibiydi. Kendini yemek pişirirken, bebek maması için reçeteler yazarken ve sinemaya gitmeye bile parası yetmezken buldu. 

Peyzaj ressamı olarak alternatif bir kariyere sahip olma umutları, bir satıcı tarafından küçümsendiğinde yok oldu. Bu durum, Macleod ile ilk görüşmesinde de sürdü. Banting ona, uzun zamandır araştırdığı ve sonunda diyabeti evcilleştirebilecek ve anti-diyabetik hormonu izole edecek yeni bir yaklaşım bulduğuna inandığı bir sonuca ulaştığını söyledi. Ancak Banting sınırsız bir coşkuyla karşılanmamıştı. Bunun yerine, Macleod’un dinlediğini ve bir süre sonra masasında bazı mektuplar okumaya başladığını fark etti.

Aslında Macleod bu olaya sevinmemiş değildi. Daha ziyade, Banting’in bu çalışmayı tamamlayacak özel cerrahi becerilerden yoksun olduğuna dair endişe duyuyordu. Yine de Banting’e bir çalışma arkadaşı ayarlayarak destek olmaya karar verdi.

Son sınıf onur öğrencisi Charles Best ile çalışmaya başlaması için düzenleme yaptı. Banting ile Best’in çalışma ortaklıkları, o zamandan günümüze kadar “tarihi bir işbirliği” olarak tanımlanmıştır. Ancak Banting’in daha sonra hatırladığı gibi, Best ile önyargılarla dolu ilk karşılaşmaları olumsuz bir havada başlamıştı. Best’in ilk verilerinde bazı ciddi tutarsızlıklar bulduğunda, sert bir şekilde tavrını ortaya koydu.

Banting ve Best

1921 yazında Banting ve Best ortaklıklarının getirdiği ilk sorunlarla boğuşurken laboratuvarda ter döktüler, pankreas özleri yaptılar ve bunların diyabetik köpeklerin kan şekeri seviyeleri üzerindeki etkilerini test ettiler. Banting, Best’e karşı yıpratıcı davranmış olsa da laboratuvar köpeklerine karşı büyük bir sevgi duyuyordu. Bunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Yaşadığım sürece o köpeği asla unutmayacağım. Hastaların öldüğünü gördüm ve hiç gözyaşı dökmedim. Ama o köpek öldüğünde yalnız kalmak istedim; çünkü yapabildiğim her şeyi yapmama rağmen gözyaşlarım aktı.”

Macleod’un Egosu Canavarlaşınca Neler oldu?

Macleod yaz tatilini geçirdiği Avrupa’ya gittiğinde, Banting en son sonuçlarını anlatmak için büyük bir heyecanla ona yazdı. Ancak Macleod’un yanıtı tam bir hayâl kırıklığı oldu. Macleod, deneysel sonuçların bazılarının tutarsız ve uygun kontrollerden yoksun olduğunu nazikçe belirtmişti. Yaz tatili dönüşünde Toronto Üniversitesi’nin Banting’e artık daha fazla laboratuvar alanı ve kaynak sağlayamayacağını bildirdi.

1921’in sonunda işler daha da kötüye gidecekti. Macleod, Banting ve Best’in çalışmalarını resmi bir bilimsel konferansta halka sunma zamanının geldiğini söyledi. Ancak, Aralık ayında Yale Üniversitesi’ndeki Amerikan Fizyoloji Derneği’ne hitap etmek için Banting kürsüye geldiğinde, dinleyicilerin saygın unvanlara sahip oluşu sinirlerini bozdu. Bu yüzden sunumu oldukça kötü geçti. Macleod, zaferi kapmak amacıyla; sunumu bitirmek için Banting’den kürsüyü devraldı. 

Banting için Macleod’un bu yaptığı, insülini bularak elde ettiği başarısına ve itibarına vurulmak istenen küstah bir darbeydi. Macleod, bu alandaki en seçkin doktorların önünde gövde gösterisi yapmıştı. Sonunda da başarıyı kendi üstüne almak için sunumu kullanmıştı. 

Olay, Banting’in insülinin keşfinin başarısının elinden kayıp gittiğine dair artan şüphelerini doğruladı. Keşfi üzerindeki otoritesini yeniden ortaya koyması gerekiyordu. Ocak 1922’de bunu yapmak için bir fırsat yakaladı. Şöyle ki, 14 yaşındaki Leonard Thompson’ı babası Toronto Genel Hastanesine getirdiğinde, çocuk tip 1 diyabetten ölmek üzereydi. 

Leonard Thompson’a Ne Oldu?

11 Ocak 1922 tarihinde Thompson’a Best tarafından hazırlanmış 15 cc pankreas özü enjekte edildi. Umutlar yüksekti; ancak etkisi hayal kırıklığı yarattı. Öz, Leonard’ın kan şekeri seviyelerinde %25’lik bir düşüşe neden oldu. Ancak, çocuğun vücudu keton üretmeye devam etti. Böylece öz, yalnızca sınırlı bir anti-diyabetik etkiye sahip olduğunu kesin olarak kanıtladı. 

Ancak olay bununla da bitmedi. Özüt, akıtma bölgesinde apselerin patlamasıyla sonuçlanan çok daha ciddi toksik bir reaksiyonu tetikledi. Olay sonucu Kanada Tabipler Birliği Dergisi’nde bu çalışma hakkında rapor sunan Banting ve Best, öz enjeksiyonunun “hiçbir klinik yararı kanıtlamadığı” gibi iç karartıcı bir sonuca ulaştıklarını söylediler.

İki hafta sonra öz, Thompson’a bir kez daha enjekte edilecekti. Ve bu sefer sonuç tamamen farklıydı.  Kan şekeri seviyesi önemli ölçüde azalmıştı. Ama belki de hepsinden önemli olan sonuç, bu sefer hiçbir toksik yan etkinin olmamasıydı.

Peki, o iki haftada ne değişti? Cevap, bu ikinci parti özünün Banting ve Best tarafından değil, meslektaşları James Collip (1892-1965) tarafından hazırlanmış olmasıydı. O, eğitimli bir biyokimyacıydı ve uzmanlığı sayesinde, ham pankreas özünden ilgisiz maddeleri ayıklamayı başardı. Böylece öz enjekte edildiğinde toksik bir reaksiyona neden olmadı. Yani, bir hastayı hiçbir yan etki olmadan başarılı bir şekilde tedavi etmek için kullanılabilecek bir özütü yapma yöntemini bulan kişi Collip’ti.

 James Collip

Ortalık karışıyor ve öfke daha da büyüyor.

Ancak Banting için Collip’in keşifleri bir kutlama nedeni değil, yeni bir tehditti. Collip, başarısının sırlarını açıklamak konusunda isteksiz olduğunda, Banting’in öfkesi taştı ve tartıştılar. Banting 1922’nin Mart ayı için ayık kafayla gezdiği bir günün bile olmadığını söyleyecekti.

İki ay sonra Macleod, Washington’daki Amerikan Hekimler Birliği toplantısında bilim dünyasına insülinin keşfinin ilk resmi duyurusunu yaptığında, Banting orada değildi. Tren ücretini karşılayamayacağını söylemişti. Olay bununla da bitmedi. Nobel komitesi kararını açıkladığında, ortalığı karıştıran tek kişi Banting değildi. Kanadalılardan 20 yıl önce, insülini keşfettiğini iddia eden başka bir uzman daha vardı.

George Zuelzer

George Zuelzer’in Trajik Öyküsü

1908’de Alman doktor George Zuelzer (1870-1949), pankreas özlerinin altı diyabet hastasının idrarındaki şekerleri ve ketonları sadece azaltmakla kalmadığını, aynı zamanda bu hastalardan en az birini diyabetik komadan çıkardığını göstermişti. Buluşuna “Acomol” adını veren Zuelzer, diyabet tedavisindeki etkinliğinden o kadar emindi ki, bunun için patent bile aldı.

Banting ve Best gibi, o da yan etkilerle ilgili sorunlarla karşılaşmıştı. Müstahzardaki safsızlıklar hastalarda ateş, titreme ve kusmaya neden olmuştu. Neyse ki Zuelzer, Acomol’ün klinik olarak kullanılması durumunda bunun üstesinden nasıl geleceğini biliyordu. Patentinde alkolün bu safsızlıkları gidermek için nasıl kullanılabileceğini açıklamıştı.

1914’e gelindiğinde işler umut verici görünüyordu. Zuelzer artık İsviçreli ilaç firması Hoffman La Roche’un desteğine de sahipti. Hepsinden önemlisi hazırladığı özüt ateş, titreme veya kusma belirtisine neden olmuyordu. Ama sonrasında Zuelzer bazı yeni ve ciddi yan etkiler gözlemledi. Test hayvanları sarsılıyor ve bazen de komaya giriyorlardı. Ve Zuelzer daha neler olup bittiğini anlama şansı bile bulamadan bir felaket yaşandı.

1914 yazında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Zuelzer’in insülinle ilgili araştırması durmak zorunda kalacaktı. Ardından, yaklaşık on yıl sonra Nobel ödülünün Banting ve Macleod’a verildiği haberi geldi. Bu Zuelzer için ciddi bir darbeydi. Hemen ardından bir başka darbe daha yaşadığını fark etti.

Konvülsiyon (havale veya nöbet) ve komanın yan etkilerinin özütün safsızlığından değil, kan şekeri seviyesinde feci bir düşüşe neden olacak kadar saf bir insülin preparatından kaynaklanan, hipoglisemik şok semptomlarından ileri geldiğini yeni anlamıştı.

Frederick Banting Time Dergisi kapağı

Öyleyse Neden Zuelzer’i hatırlamıyoruz? 

Tarihçi Michael Bliss’e göre cevabın, Charles Best ile çok ilgisi var. Banting, Nobel’i aldığını ilk duyduğunda, o sırada Boston’da bulunan Best’e bir telgraf göndererek şunları söylemişti. “Nobel mütevelli heyeti, Macleod ve bana ödül verdi. Her zaman payımda benimlesin”. Sözüne sadık kalarak, 20.000 $’lık ödül parasının yarısını Best ile paylaşacağını kamuoyuna duyurdu. Banting bu paranın, ödülde adı yazmadığı için öfkeli olan Best’e bir teselli sunacağını umuyordu. Ancak yanılmaktaydı.

Best’in göz ardı edildiği için duyduğu kızgınlık Banting’i rahatsız etmeye başladı. 1941’de savaş zamanı gizli bir görev için Birleşik Krallık’a çağrılacaktı. Uçağa binmeden kısa bir süre önce Banting, Best’e karşı eski cömertliğinin çoktan gittiğini açıkça belirtti. “Bu görev riskli. Geri dönmezsem ve [Profesyonel] Kürsümü … Best’e verirlerse, mezarımda asla dinlenmem.”

Sözleri trajik bir şekilde kehanet gibiydi. Kalkıştan kısa bir süre sonra Banting’in uçağı düştü ve Banting öldü. Macleod 1935’te öldüğünden, Toronto’dan insülini keşfeden orijinal araştırma ekibinin geriye kalan tek üyeleri Best ve Collip’ti. Ve Best, Collip’in aksine, adının hatırlanması için uğraşmaya oldukça kararlıydı.

Tarihi Değiştirme Uğraşı: Başka bir canavar daha doğuyor.

Best, insülinin keşfinde hakkı olduğu iddiasını ortaya koymak istediği için, bunun tam olarak ne zaman gerçekleştiğini açıklığa kavuşturması gerekiyordu. 1921 yazında, o ve Banting yalnız çalışarak diyabetik bir köpeğin kan şekerini azaltan pankreas özlerini izole ettiklerinde miydi? Yoksa Leonard Thompson, ilk kez başarılı bir şekilde tedavi edildiği Ocak 1922’de miydi? Eğer ikincisiyse, o zaman Best’in bir şekilde, kendi hazırladığı özüt yerine, Collip’in hazırladığı özüt sayesinde başarılı geçen bu tedaviyle ilgili uygunsuz bir gerçeğin üstesinden gelmesi gerekecekti.

Eli Lilly and Company tarafından üretilen 1930’lardan 200 ünite veya 10 cc insülin

Best’in yıldızı Kuzey Amerika Tıp Kurumunda yükselmeye başladığında, Collip’in katkısından bahsetmedi. Hatta Best, insülin hikâyesindeki en önemli anın, Leonard Thompson’a 11 Ocak 1922’de kendisi ve Banting tarafından yapılan özütün ilk kez enjekte edildiği zaman olduğu konusunda ısrar etti. Aynı zamanda Best, toksik safsızlıkları gidermek için alkol kullanmanın büyük ölçüde kendisine ait bir fikir olduğunu iddia etti.

Best’e bu da yetmedi ve ekledi: 1921 yazında, kendisi ve Banting’in yalnız çalıştıklarını söyledi. Hazırlamış oldukları özleri, Collip’in Toronto’ya gelmesinden çok önce diyabetik köpekler üzerinde test ettiklerini belirtti. Bu sırada insülini keşfettikleri konusunda ısrar ederek daha da ileri gitti. Ne yazık ki başarının gerçek anının, çocuğa Collip’in hazırladığı özütle tedavi edildiği zaman olduğu da rahatlıkla göz ardı edildi. Bu süreç boyu Collip’in yanıtı, büyük ölçüde sabır ve sessiz bir duruş sergilemesi oldu.

Charles Best ileriki yaşlarındayken yeniden inşa edilmiş bir laboratuvarda görünüyor.

Dünyayı İkna Etmek

Best, sonunda tıp tarihindeki yerini sağlamlaştırmış görünüyordu. En azından, 1960’ların sonlarına kadar, yuvasını bir kez daha dürten bir mektup aldığında öyleydi. 1921 yazında, Banting ve Best kendi araştırmalarına başlarken, Nicolae Paulescu (1869-1931) adında bir Romen bilim adamının benzer deneyleri bir Avrupa bilim dergisinde yayınlamış olduğu ortaya çıktı. Ancak Paulescu’nun bilimsel çalışmaları, onun anti-Semitik siyasetinin, Romanya’da yaşayan Yahudilere karşı Romen halkını kışkırtmada oynadığı rolün gölgesinde kaldı.

Nicolae Paulescu

Best’in kendisine Paulescu, Zuelzer ve Israel Kleiner (Biyokimyacı, 1885-1966) gibi bir avuç başka araştırmacının insülinin keşfi için herhangi bir övgüyü hak edip etmediği sorulduğunda, yanıtı düşündürücüydü. “Hiçbiri sahip oldukları keşifle dünyayı ikna edemedi. Bu, herhangi bir keşifteki en önemli şey. Bilim dünyasını ikna etmelisiniz. Ve biz ettik.

Sonuç yerine;

Best hakkında ne tür yargılarda bulunursak bulunalım, bilimin değişmekte olan önemli bir yolu üzerine, onun çok önemli bir kavrayışa sahip olduğunu inkâr edemeyiz. Laboratuvarda deneyler yapmak, hikâyenin sadece yarısıydı. Çünkü bu bilim insanlarının buluşlarının başarılı olması yetmedi. Ayrıca bu deneylerin değeri konusunda dünyayı ikna etmek için canavarca gelişen egolarıyla da uğraşmak zorunda kaldılar.

Bu hikâye, diyabeti insülinle yönetmek için olduğu kadar aslında pek çok durumla da ilişkilidir. Örneğin; aşılar, maskeler ve sosyal mesafe yoluyla bir pandeminin zorluklarıyla mücadele ederken veya karbon ayak izine dikkat ederken, plastik kullanımını azaltmaya uğraşırken, odadan çıkarken ışıkları kapatma gibi küçük adımlardan başlayarak iklim değişikliği ile başa çıkma yollarını ararken ki durumlar için de geçerlidir. Ve bu nedenle, geleceğin zorluklarıyla karşı karşıya kaldığımız şu zamanlarda, insülinin keşfi hikâyesinde, hepimiz için önemli dersler var.



Kaynakça:

Bu yazı Kersten Hall tarafından yazılan “The discovery of insulin: a story of monstrous egos and toxic rivalries”adlı makaleden uyarlanmıştır.

Matematiksel

Olgun Duran

Ömür boyu öğrencilik felsefesini benimsemiş amatör tiyatro oyuncusu ve TEGV gönüllüsü; kitaplarından, doğaya hayranlığından, yeni yerleri görmekten, gittiği yerlerin kültürünü keşfetmekten ve bunların uğruna çabalamaktan vazgeç(e)meyen kişi...  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu