Felsefe

Kavanozdaki Beyin: Beyninizin Bir Kavanozun İçinde Olmadığından Emin misiniz?

Şu anda bu yazıyı okuyorsunuz. Bundan kesinlikle eminsiniz. Peki ama şu anda bir rüya görüp görmediğinizden nasıl bu kadar emin olabilirsiniz ki? Belki de şu anda beyniniz bir kavanozun içinde siz de kablolara bağlı biçimdesiniz.

kavanozdaki beyin

Muhtemelen yaşadığınız deneyimlerin rüya olamayacak derecede gerçekçi ve ayrıntılı olduğunu düşünüyorsunuz. Ama birçok insan oldukça gerçekçi rüyalar görür. Şimdi onlardan birini görmediğinize emin misiniz? Kafanız karıştı ve uykuda olup olmadığınızı anlamak için belki de şu anda kendinizi çimdiklediniz. Yapmadıysanız deneyin. Peki ama bununla ne kanıtladınız? Sonucunda rüyanızda kendinizi çimdiklemiş de olabilirsiniz.

Uyanık olduğunuzu biliyoruz, ancak yine de içiniz de küçük de olsa bir şüphe oluşmuş olmalıdır. Ancak bu durumda da Descartes’ın şüphecilik metodunu uygulayarak “şu an bu yazıyı okurken uyanığım” ifadesini tamamen kesin olmadığı gerekçesiyle reddetmelisiniz. Saçmalıyorlar deyip yazıdan ayrılmadan önce kavanozdaki beyin düşünce deneyi hakkında bilgi edinin.

Kavanozdaki Beyin Düşünce Deneyi Nedir?

Kavanozdaki beyin, felsefede bilgi, gerçeklik, hakikat, zihin, bilinç ve anlam gibi kavramları sorgulamak için kullanılan bir düşünce deneyidir. Bu düşünce deneyi ilk olarak René Descartes tarafından önerilmiştir. Descartes düşünce deneyinde bir cin kullanır.

René Descartes (1596-1650) bir Fransız matematikçi, bilim adamı ve filozoftu. 
Fransa’da doğup büyüdü, ancak yoğun bir şekilde Avrupa’yı dolaştı ve çalışma hayatının çoğunu Hollanda Cumhuriyeti’nde geçirdi.

Descartes İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar’ın ilkinde tüm evrenin kötücül bir cinin oyunu olabileceği fikrini içeren bu düşünce deneyini ortaya atmıştır. Descartes kötücül cinin bütün enerjisini kullanarak insanları dışarıda bir dünyanın olduğuna inandırmış olabileceğini varsaymıştır.

Bunun bir sonucu olarak belki de bu kötü cin ben şu anda tatilde güneşlenirken, benim evde oturup dizüstü bilgisayarımda yazı yazdığım yanılsamasını yaşatıyordur. Ya da bu cin belki de sadece laboratuvarındaki rafta sıvıyla dolu cam kavanozun içinde duran benim beynimdir.

Bu kavanozdaki beyin, beynime yerleştirdiği kablolarla elektronik mesajlar yollayarak, bana aslında yaptığım şeyden tamamen farklı bir şey yaptığım izlenimini veriyor da olabilir. Belki de cin bana, anlamlı gelen sözcükler yazdığımı düşündürtüyor. Ama gerçekte ben sadece aynı harfe basıp duruyorum. Bunun olup olmadığını bilmenin de bir yolu yok. Bunun olup olmadığını kesinlikle kanıtlayamazsınız.

Beyninizin sinir uçları, size günlük yaşamın tüm duyularını besleyen bir süper bilgisayara bağlıdır. Bu yüzden tamamen normal bir hayat yaşadığınızı düşünüyorsunuz. Beynin bir kavanozda olduğunu ve aslında herhangi bir gerçekliği deneyimlemediğini öğrenmesi mümkün mü?

Az önce size filozof Hilary Putnam’ın (1926-2016) güncel bir yorumunu aktardık. Kendisi bu düşünce deneyinde cini ortadan kaldırır ve yaşamı sürdüren sıvıyla dolu bir kavanozda bir beyin hayal eder. Bu beyin, tıpkı normalde yaşayan bir insanın vücudundan beyne gönderilen elektrik sinyalleri gibi, beyne elektrik sinyalleri gönderen bir süper bilgisayara bağlıdır. Eğer süper bilgisayar gerçekliği mükemmel bir şekilde simüle edebilirse, beyin kavanozdaki beyinden başka bir şey olmadığını anlayabilir mi?

Kavanozdaki Beyin Deneyinden Ne Anlamalıyız?

İlk simülasyon teorisi sayılabilecek bu düşünce deneyinin aksini kanıtlamak, kesin bir bilgi olarak dış dünyanın var olduğunu söylemek imkânsızdır. Bu tür düşünce deneyleri akıcı ve belki de biraz rahatsız edici görünse de yararlı bir amaca hizmet ederler. Filozoflar tarafından hangi inançların doğru olduğunu ve bunun sonucunda kendimiz ve etrafımızdaki dünya hakkında ne tür bilgilere sahip olabileceğimizi araştırmak için kullanılırlar.

Bunun bir kalem olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak belki de yanılıyorsunuzdur.

Descartes bunu yapmanın en iyi yolunun her şeyden şüphe etmeye başlamak olduğunu düşünüyordu. Kendisi geçmiş filozofların herhangi bir hakikat iddiasına karşı oldukça şüpheciydi. Ayrıca 17. yüzyıl dini otoriteleri tarafından gerçek olarak sunulan dogmadan da şüphe duyuyordu. Descartes, bireysel duyularımızın ve bilişsel yetilerimizin güvenilirliğini bile sorguladı. 

Bu sözcüğün kullanılış amacı, düşünmenin erdem olduğu savını geliştirmek değildir. Descartes, idealist felsefesini oluştururken neyin erdem neyin tinsel olarak arzu edilir oluşuyla ilgilenmedi. Onu ilgilendiren şey varoluş idi.

Descartes’ın bu kuşkuculuğu felsefenin en iyi bilinen ifadelerinden birini doğurdu. Çoğu kişi anlamını anlamasa da bu alıntıyı bilir. Descartes’a göre bir cin bizi kandırsa bile, o cinin kandırdığı bir şey olmalıydı. Bir düşünceye sahip olduğu sürece var olmak zorundaydı. Descartes’ın bu durumdan çıkardığı sonuç, “Düşünüyorum, öyleyse varım” (Latince cogito ergo sum) oldu. Düşünüyorum, dolayısıyla var olmalıyım.

Bunu kendinize de uygulayabilirsiniz; düşünceye ve duyuma sahip olduğunuz sürece var olduğunuzdan şüphe etmeniz imkansızdır. Ne olduğunuz başka bir sorundur, görebildiğiniz ve dokunabildiğiniz bir bedeninizin olup olmadığından şüphe edebilirsiniz. Fakat bir tür düşünen şey olarak var olduğunuzdan şüphe edemezsiniz.

Bu size fazla önemli gelmeyebilir ancak Descartes için kendi varoluşundan emin olmak çok
önemliydi. Bu sayede her şeyden şüphe edenlerin, yani Pyrrhoncu şüphecilerin yanıldıklarını anladı. Bu, kartezyen dualizm [ikicilik] olarak bilinen şeyin de başlangıcı oldu.

Sonuç Olarak

Neo’nun (Keanu Reeves) kırmızı ve yeşil hap arasında seçim yapması gerekiyor. Biri onun her zaman bildiği ve bir illüzyon olan hayatı sürdürmesine izin verecek. Diğeri ise onu uyandırarak Matrix adı verilen bir bilgisayarın bu noktaya kadar ki tüm deneyimlerini kontrol ettiğini ortaya çıkacak. Hangi hapı seçerdiniz? The Matrix filmi izleyicileri “Gerçek nedir?” sorusu üzerine düşünmeye davet etmişti.

Kavanozdaki beyin düşünce deneyi popüler kültürde de kullanıldı. Dikkate değer çağdaş örnekler arasında 1999 filmi The Matrix ve Christopher Nolan’ın 2010 filmi Inception yer alıyor. İzleyici, bir düşünce deneyinin ekran versiyonunu izleyerek, hayal gücüyle kurgusal bir dünyaya girer ve bu sayede felsefi fikirleri kolayca keşfeder.

Örneğin, Matrix’i izlerken, dünyanın bilgisayarla simüle edilmiş bir gerçeklik olduğunu keşfeden Neo ile özdeşleşiriz. Neyse ki en azından kendimizin var olduğundan emin olabiliriz. Çünkü bundan her şüphe ettiğimizde şüpheyi yapan bir “ben”in var olması gerekir. Yani evet, kavanozdaki bir beyin olabilirsiniz ve dünya deneyiminiz şeytani bir dahi tarafından programlanmış bir bilgisayar simülasyonu olabilir. Ama emin olun, en azından düşünüyorsunuz!


Kaynaklar ve ileri okumalar


Size Bir Mesajımız Var!

Matematiksel, 2015 yılından beri yayında olan ve Türkiye’de matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak veya Patreon üzerinden ufak bir bağış yaparak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

Sibel Çağlar

Merhabalar. Matematik öğretmeni olarak başladığım hayatıma 2016 yılında kurduğum matematiksel.org web sitesinde içerikler üreterek devam ediyorum. Matematiğin aydınlık yüzünü paylaşıyorum. Amacım matematiğin hayattan kopuk olmadığını kanıtlamaktı. Devamında ekip arkadaşlarımın da dahil olması ile kocaman bir aile olduk. Amacımıza da kısmen ulaştık. Yolumuz daha uzun ama kesinlikle çok keyifli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu