Felsefe

Herkesin Bilmesi Gereken 4 Felsefi Tartışma

Var olduğumuzdan beri nereden geldiğimize, neden burada olduğumuza ve bizi kontrol eden ilahi bir gücün olup olmadığına yönelik sorular soruyoruz. Bu soruların birçoğu henüz tatmin edici bir çözüme kavuşmadı. Belki de asla kavuşamayacak. Ancak felsefe okuyarak fikirlerin izlerini sürer ve aynı zamanda kendi fikirlerinizi de bu sayede geliştirebilirsiniz. Felsefi tartışmalar soyut olsalar bile onları ele alma şeklimiz hakikat dediğimiz şeye ulaşmamıza yarar. Bu makalede, filozofların tarih boyunca cevaplamaya çalıştığı bazı temel sorular ve ortaya attıkları fikirlere göz atacağız.

Bilmeniz Gereken Felsefi Tartışmalar

1- İçinde yaşadığımız dünya hakikaten gerçek mi?

Felsefenin alanına giriş yaptığınız andan itibaren, nesnel bir dış gerçekliğin varlığını şüpheyle karşılamaya başlarsınız. Bu düşüncenin bir türü Matrix filmiyle popülerleşmiştir. Deneyimlediğin gerçekliğin simülasyon olmadığından, gerçek olduğundan nasıl emin olabilirsin? Kavanozun içindeki bir beyinden ibaret olmadığına ilişkin duyduğun güvenin kaynağı nedir?

Eğer bu kulağınıza saçma geldiyse, aksini kanıtlamanın ne kadar zor olabileceğini düşünün. Filozoflar bu konuda farklı düşünce akımlarını takip etmiştirler. Realistler nesnel bir dış gerçekliğin var olduğunu düşünürler. Anti-realizmin ise çeşitli türleri vardır. İdealizm, gerçekliğin düşüncelerimizin bir ürünü olduğunu iddia eder. Fenomenalizm ise (görüngücülük) algılarımızın ve geçmiş algılarımıza ait belleklerin bir ürünü olduğunu söyler.

Bütün bunların ötesindeyse, algıladığımız şeylerin hangi yönlerinin gerçek olup hangilerinin olmadığı üzerine tartışmalar bulunmaktadır. Örneğin bazı filozoflar geçmiş, şimdi ve geleceğin gerçek olduğunu fakat zamanın bir yanılsama olduğunu iddia ederler. Kimileriyse, evren şu anki haliyle gerçek olsa bile beş dakika öncesinin de gerçek olduğundan, mesela evrenin, geçmişin tüm çizgileriyle birlikte yeniden yaratılmadığından nasıl emin olabileceğimizi sorar. Bu sorular fizik sorularıyla da kesişir.

2- Bilinç nedir?

Hepimiz bilinçli olmanın ne demek olduğuyla ilgili ortak bir sezgiye sahibiz. Ancak bu sezgiyi tanımlamak zordur. Bu konudaki bir tartışma düalizm ve materyalizm arasındadır. Düalistler bilinçli zihnin bir anlamda bedenden ayrı olduğunu savunurlar. Bu aslında çoğu insanın kendi zihni hakkındaki sezgisel düşünüşüdür.

Monistler bilinçli zihnin tamamen ve sadece beynimizdeki sinirsel aktiviteden ibaret olduğunu savunurlar. Diğerleriyse hâlâ zihnin bedenden ayrı olmadığını fakat ruhun ayrı bir kategori olarak var olduğunu söyler. Bu soruların çoğu insan olmayan hayvanlarla ve makinelerle yapılan karşılaştırmalar üzerinden görünür hâle gelir. Farklı renkleri algılayabilen ve buna göre ilerleyen bir makine yaratabiliriz. Fakat tıpkı bizim gibi bu sürecin bilincinde olan bir makine yaratabilir miyiz? Böylece, bizim dışımızdaki herhangi bir varlığın bilinçli olup olmadığı sorusuna yönelmiş oluruz. Filozof John Searle, bu soruya dikkat çekmek için Çin odası argümanını ortaya atmıştır

Çin odası argümanı

John Searle kendisini, bir dizi Çince sembolün yer aldığı kitabın bulunduğu bir odada, İngilizce bilen fakat Çince bilmeyen bir insan olarak hayal eder. Sembolleri kitabın tarif ettiği şekilde sıralayabilir fakat ortaya çıkan yazıyı anlayamaz. Halbuki aynı deney İngilizce dilinde gerçekleşseydi sembollerin ne ifade ettiğini anlayabilirdi. Bir dış gözlemci içinse Çince veya İngilizce semboller kullanılması arasında bir fark bulunmaz. Çünkü gözlemcinin, odadaki adamın onları anlayıp anlamadığını bilmesi mümkün değildir.

Searle bu deneyi yapay zekânın bilinç problemini göstermek için kullanmıştır. Makinenin bilinçli mi olduğunun yoksa hiçbir içsel deneyim olmaksızın, basitçe bilinçliliği taklit etmek üzere mi programlandığının ayırdına nasıl varabiliriz? Dahası, bilinçli olduğunu iddia eden herhangi bir varlıkla alakalı olarak da aynı soruyu sorabiliriz. Şu anda bir insanın başka birinin zihninde olan biteni deneyimleme şansı olmadığına göre kimin bilinçliliği deneyimlediğini; kimin yalnızca dışsal bir uyarana maruz kaldığını ve ona bilinçliliği taklit edecek şekilde cevap verdiğini kesin olarak bilemeyiz.

3- Ahlaki kararlar almak için hangi sistemi kullanmalıyız?

Felsefedeki en büyük sorulardan biri doğru ile yanlışı nasıl ayıracağımız, yani herhangi bir durumda izlenmesi gereken ahlaki yolun ne olduğunu nereden bileceğimizdir. Farklı ahlaki sistemleri açıklayan klasik bir örnek olarak “tramvay problemi” verilir. Filozoflar bu gibi senaryo ve düşünce deneylerini kullanarak, ahlaki ilkelerin işleyip işlemediklerini görmeye çalışırlar.

Bir tramvay, kötü adamın beş kişiyi bağladığı raylara son hızla yaklaşıyor. Eğer tramvay çarparsa insanlar ölecekler. Başka bir yöne giden farklı bir rayda ise yine bu kötü adamın bağladığı bu sefer bir kişi bulunmakta. Siz de demiryolundaki makasın yanında durmaktasınız. Kolu çekerseniz hızla yaklaşan tramvayı bir kişinin üzerine yönlendirmiş olacaksınız ve o kişi ölecek fakat bu hamleyle beş kişiyi kurtarmış olacaksınız. Kolu çekmek sizce doğru mu?

Vagon İkilemi

İç güdülerinizi test etmeyi daha ileri bir boyuta taşımak isterseniz, problemin farklı versiyonları da bulunmaktadır. Kontrolden çıkmış tramvayın yine beş kişiye doğru yol aldığını varsayalım. Siz ise oldukça kilolu bir adamla birlikte bir köprünün üzerindesiniz. Adamı köprüden iterseniz bu onun ölümüne yol açacak. Fakat onun ağırlığı tramvayın durmasını sağlayarak raydaki beş kişinin hayatını kurtaracak. Bu durumda adamı iter miydiniz?

Çoğu insan için ilk soruya verilen içgüdüsel cevap kolu çekmektir. Fakat her iki durumda da kaybedilen ve kurtulan hayat sayısı aynı olsa da bir adamı itme kararını vermek daha zordur. Bir kısım başka insan için ne kolu çekmek ne de adamı itmek kabul edilebilirdir. Çünkü aksi halde daha çok insanın hayatı kurtulsa bile, öldürmeyi yasaklayan mutlak kurala uyulmaya devam edilmelidir. Bazılarıysa önemli olanın sadece mümkün olduğunca çok sayıdaki insanı kurtarmak olduğunu iddia ederler.

4- Özgür irade gerçekten de var mı?

Felsefe, özgür insanların özgür irade sahibi olup olmadığı konusunda, başta psikoloji olmak üzere, diğer disiplinlerle kesişir. En basit haliyle özgür irade, eylemlere özgürce karar verebilme yetisidir. Örneğin, bir üst başlıkta bahsi geçen ahlaki kararların hepsi, doğru ya da yanlış seçenekler içinden seçim yapabildiğimiz varsayımına dayanır.

Sinirbilim perspektifinden bakıldığında bu seçimi özgürce yapmadığımızı iddia etmek mümkündür. Bir bardak kahve içtikten sonra insanların önerilerine daha açık hissetmek gibi küçük değişikliklerden tutun da depresyonun karar almamızdaki etkisi gibi daha büyük değişikliklere kadar hepimiz seçim yapma şeklimizi etkileyen beyin kimyamıza tabiyiz. Kararlarımızı özgürce aldığımızı düşünebiliriz fakat muhtemelen böyle bir şey söz konusu değil.

Öte yandan felsefenin görevlerinden biri de bilimsel olgular arasındaki boşlukları doldurmaktır. Felsefe teorilerinden biri olan determinizm, geleceğin doğa kuralları ve geçmiş ile belirlendiği düşüncesidir. Determinizme göre zamanı geriye sarıp yüz kere daha oynatsanız bile doğa kuralları aynı kaldığı sürece her şey tamamen aynı şekilde gerçekleşecektir. Bazı filozoflar determinizmin özgür irade ile bağdaşmadığını iddia ederler.

Bir kısımsa eylemlerimizin tamamıyla belirlenmiş olduğunu fakat yine de eylemlerimizi gerçekleştirirken yaptığımız seçimlerin özgür olduğunu savunurlar. Bu çoğunlukla dini inanç sahipleri tarafından dile getirilen bir argümandır. Diğerleriyse determinizmin şans faktörünü göz ardı ettiği için yanıldığını iddia ederler. Halbuki şansa rağmen özgür iradeden yoksunuzdur.

Sonuç olarak bu felsefi tartışmalar, bilimsel gelişmelerin ışığında evrilmeye devam ediyorlar. Bu ve bu gibi sorulara tek bir cevap vermek asla mümkün olmayacaktır. Zaten felsefenin özü de buradan gelir.



Kaynak: 4 Debates in Philosophy Everyone Should Know About; 4 Debates in Philosophy Everyone Should Know About

Matematiksel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu