Birçok insana “can sıkıntısı nedir?” diye sorduğunuzda alacağınız yanıt genellikle “yapacak hiçbir şeyin olmaması” olur. Oysa can sıkıntısı bundan çok daha derin bir deneyimi ifade eder.

Hepimiz can sıkıntısını deneyimlemişizdir. İlginin azaldığı, zihinsel uyarımın düştüğü o tanıdık hali biliriz. Bir noktada dikkatimizi kaybeder, yaptığımız şeye ilgimizi yitiririz. Zaman yavaşlar, hatta huzursuzluk hissi ortaya çıkar. Bu durumu beklentimizi karşılamayan bir filmi izlerken, “yapacak hiçbir şey yok” diye yakınan bir çocukta ya da toplantıda dalıp giden bir yetişkinde gözlemleyebiliriz.
Can sıkıntısı evrensel bir deneyimdir. Ondan kaçınmamız, onu bastırmamız, hatta yaşamdan uzak tutmamız gerektiği düşünülür. İnsanlar sıkılmaktan nefret eder.

Antik Roma filozofu Seneca, can sıkıntısını mide bulantısına benzetmişti. Benzer biçimde Fransızlar, derin bir memnuniyetsizlik ve hatta hüzün halini anlatmak için ennui sözcüğünü yarattılar. Peki ya bu bakış açısı eksikse? Can sıkıntısını olumsuz değil, yapıcı bir durum olarak görmeyi öğrenebilir miyiz?
Can Sıkıntısı Neden Olur?
Beynimiz, farklı işlevleri destekleyen ve birlikte çalışan, birbirine bağlı bölgelerden oluşur. Bu sistemi, mahallelerin (beyin bölgeleri) yollarla (sinirsel bağlantılar) birbirine bağlandığı bir şehre benzetebiliriz. Tıpkı şehirde bilginin verimli dolaşması gibi, bu yapılar da bilgi akışını sağlar.
Örneğin bir film izlerken, beynimiz belirli ağları devreye sokar. Dikkat ağı, ilgili uyarıcılara öncelik tanır ve dikkati dağıtan unsurları filtreler. Özellikle filmin başında bu ağ aktif şekilde çalışır.
Ancak zamanla dikkatimiz azaldıkça, bu ağın etkinliği de düşer. Bu da ilgimizi sürdürmekte zorlandığımızı gösterir. Benzer şekilde, yürütücü kontrol ağı da etkinliğini kaybeder. Artık odaklanmak zorlaşır, çünkü beynimiz uyarıcıyı anlamlı bulmaz.

Amigdala, içsel bir alarm sistemi gibi çalışır. Duygusal bilgiyi işler ve duygusal anıların oluşumunda rol oynar. Can sıkıntısı sırasında bu bölge, sıkıntıyla ilişkili olumsuz duyguları işler. Buna karşılık, ventromedial prefrontal korteks bizi daha uyarıcı etkinlikler aramaya yönlendirir.
Can sıkıntısı, dünyayla anlamlı bir bağ kuramadığımızın işaretidir. Bize, yaptığımız şeyi bırakmamız ve ya daha anlamlı bir şey yapmamız gerektiğini söyler. Peki bu döngünün dışına nasıl çıkabiliriz? Bu soruya beklenmedik bir yerden, Alman filozof Martin Heidegger’den bir cevap geldi.
Heidegger’e Göre Can Sıkıntısı Aslında Bir Sorun Değildir

Heidegger’e göre derin sıkıntı, yalnızca geçici bir ruh hali değildir. Gündelik dünyanın geri çekilmeye başladığı, özel ve ayrıcalıklı bir duygulanımdır. 1929-1930 yıllarında verdiği Metafiziğin Temel Kavramları dersinde, sıkıntıyı varlıkların artık “konuşmadığı” bir an olarak tanımlar. Bu an, varlığın özündeki hiçliği açığa çıkarır.
“Derin sıkıntı, tüm şeyleri, insanları ve kişinin kendisini olağanüstü bir kayıtsızlık içine çeker. Bu sıkıntı, var olanı bir bütün olarak açığa çıkarır.”
Sıkıntı bir boşluk değil, bir eşiğe işaret eder. Düşünmenin, hayretin ve anlamın ortaya çıkması için gereken koşullardan biridir. Sıkıntı, varlığın tam mevcudiyetine açılan bir kapıdır. Duraklamak, biçimsiz anlarda kalmak ve geçici hareketsizlik, bir eksiklik değil; tam tersine, düşünsel varoluşun zorunlu parçalarıdır.
Bugün, derin sıkıntıyı neredeyse tamamen yitirdik. Sıkıntı bir zamanlar varlığa açılan bir kapıydı. Şimdi ise bir “hata” gibi görülüyor. Eğlenceyle, içerikle ve dikkat dağıtıcılarla bastırılıyor. Ancak kendimize sıkılma izni vermemek, aslında kendimiz olma hakkımızdan vazgeçmek anlamına geliyor.

Sonuç Olarak
Bilgi bombardımanına ve yüksek strese maruz kaldığımız bir toplumda yaşıyoruz. Buna paralel olarak çoğumuz, sürekli meşgul kalmak için kendini programlayan hızlı tempolu bir yaşam biçimi benimsedik. Yetişkinler olarak işi ve aileyi bir arada yürütmeye çalışıyoruz. Çocuklarımız varsa, günlerini dersler ve okul sonrası etkinliklerle doldurmak, bizim daha uzun saatler çalışmamıza neden oluyor.
Tüm bu faaliyetlerin arasında bir an durma fırsatı bulsak bile, ekran başında vakit geçiriyoruz; sürekli plan yapıyor, güncelliyor ya da yalnızca oyalanmak için kaydırıyoruz. Böylece yetişkinler farkında olmadan, genç kuşaklara sürekli “aktif” olma zorunluluğunu da öğretiyoruz.
Oysa ki küçük dozlarda can sıkıntısı, içinde yaşadığımız aşırı uyarılmış dünyaya karşı gerekli bir denge unsurudur. Bu nedenle duraksamayı kucaklamalıyız. Heidegger’in belirttiği gibi, “Can sıkıntısı bizi zaman ve varlık sorununa götüren bir araç, aynı zamanda bir fırsattır.” Bu durum geçici olarak rahatsız edici hisler doğursa da, birçok yönden bize iyi gelir.
Kaynaklar ve ileri okumalar:
- Boredom gets a bad rap. But science says it can actually be good for us. Yayınlanma tarihi: 20 Mayıs 2025. Kaynak site: Conversation. Bağlantı: Boredom gets a bad rap. But science says it can actually be good for us
- Nett, U. E., Goetz, T., & Daniels, L. M. (2010). What to do when feeling bored? Students’ strategies for coping with boredom. Learning and Individual Differences, 20(6), 626–638. https://doi.org/10.1016/j.lindif.2010.09.004
- Tilburg, Wijnand & Igou, Eric & Maher, Paul & Lennon, Joseph. (2019). Various forms of existential distress are associated with aggressive tendencies. Personality and Individual Differences. 144. 111-119. 10.1016/j.paid.2019.02.032.
- Tilburg, Wijnand & Igou, Eric & Sedikides, Constantine. (2012). In Search of Meaningfulness: Nostalgia as an Antidote to Boredom. Emotion (Washington, D.C.). 10.1037/a0030442.
- van Hooft EAJ, van Hooff MLM. The state of boredom: Frustrating or depressing? Motiv Emot. 2018;42(6):931-946. doi: 10.1007/s11031-018-9710-6. Epub 2018 Jul 6. PMID: 30416228; PMCID: PMC6208645.
Matematiksel





