Psikoloji

Öğrenme Psikolojisi: Koşulsuz Davranış ve Oluşum Süreçleri

Öğrenme, yaşamın her alanındadır ve uzun soluklu bir süreçtir. Çünkü, bir canlının varlığını koruyup soyunu devam ettirebilmesini ve yol almasını sağlar. Öğrenerek geliştirdiği davranış biçimleriyle organizma, diğer organizmalarla da etkileşim halinde kalarak hayatını sürdürür. Peki, koşulsuz davranış biçimlerimizi nasıl öğrenmiş olabiliriz? İşte yazıda kısaca bu konuya değinilecektir.

Şekillendirme – Koşulsuz Davranışın Yapıtaşları

“Harika kitapları değil, okuma sevgisini öğretmeliyiz. Birkaç edebiyat eserinin içeriğini bilmek önemsiz bir başarıdır. Okumaya devam etme eğilimi büyük bir başarıdır.” B. F. Skinner

Amerikalı Psikolog B. F. Skinner (1904 – 1990) ilk kez “şekillendirme” kavramını ortaya atan kişidir. Örneğin, bir çocuğa yüzme öğretilmesi için çocuğun el, kol ve bacak hareketleri şekillendirilerek anlatılır. Skinner güvercinler üzerine yaptığı edimsel koşullanma deneyini, şekillendirme davranışının nasıl ortaya çıktığını betimlemek için kullanmıştır (Deneyi buradaki linkten izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=dp_n9-Ggqko&ab_channel=Devinim).

Bu deneyde kademeli yaklaşımla güvercinin daha önce göstermediği bir davranış biçimi sergilemesi, şekillendirme yoluyla sağlanmıştır. Deneyde sağlıklı bir güvercine kırmızı düğmeye basıp yiyeceğini almasını öğretmek hedeflenmiştir. Pekiştirme yoluyla güvercin düğmeye her yaklaştığında yemi alması için yönlendirilmiş ve artık bir süre sonra güvercin kırmızı düğmenin olduğu yere daha yakın olmaya başlamıştır. Pekiştirme derecelendirmesi arttıkça da bir süre sonra güvercin, her acıktığında kırmızı düğmeye basmış ve yemini almıştır.

Aslında şekillendirmeyle organizma tarafından verilmesi arzulanan tepkinin, istenilen şekilde oluşturulana kadar görülen davranış biçimi anlatılır. Fakat böylesi davranışın oluşumu süreç ister. Burada önemli olan nokta, öğretimin her basamağının kademeli bir şekilde gerçekleştirilmesi, güdülenme ve geri bildirimler yoluyla davranışın pekiştirilmesinin sağlanmasıdır.

Yeni bir davranışı öğrenme ise şekillendirmeden farklı olarak –şekillendirme genellikle homojen yapıtaşlıdırheterojen bir yapı gösterir. Davranış, her yönde ve her zaman doğru bir şekilde şekillenemeyebilir. Davranış eğilimleri, diğer davranış şekilleriyle de ilintilidir ve genetiksel eğilimler de buna yön verir. Malzeme örneğimizle davranış biçiminin özünü anlamak daha kolaylaşır. Şöyle ki, kilden yapılan bir heykel daha kolay şekil alabilirken; malzeme olarak tahta kullanılırsa şekil vermek bir o kadar zorlaşacaktır. Öğrenme ile canlının yaşamına yansıyan değişiklikler, bu sebepledir ki canlının homojen yapıtaşına değil; heterojen yapıtaşına eklenir. Dolayısıyla öğrenme bir önceki deneyimlere, genetiksel eğilimlere ve diğer davranış biçimlerine göre şekillenir. Her bir canlının öğrenme yapısını algılamak için o canlının heterojen yapıtaşının ne olduğu anlaşılmalıdır.

Refleks Kavramı

Koşulsuz davranışın en küçük yapı birimi olan refleks, yaşamsal işlevlerimizi de barındıran –nefes alma gibi- istemsiz gösterdiğimiz tepkilerdir. Bu kavram, Fransız Filozof René Descartes (1596-1650) tarafından açıklanmıştır. Descartes, insan davranışının isteğe bağlı davranışlardan oluştuğuna inanılan bir zaman diliminde, istemsizce gelişen davranışları gözlemleyerek refleks kavramını önermiştir. Örneğin, sıcak bir çaydanlığa temas ettiğimizde elimizi istemsizce geri çekeriz ya da ani bir gürültü duyduğumuzda istemsizce irkiliriz. Descartes bunun gibi davranışlardan yola çıkarak refleksi, “belirli bir uyarıcıya benzer olarak verilen ani tepkilerden ortaya çıkan ve uyarıcıya yansıyan davranış” olarak açıklamıştır.

Basit bir refleksin sinir organizasyonu şöyledir: Çevresel uyarıcı, duyusal mesajı taşıyan nöronu harekete geçirir. Buradan mesajı alan impulslar ara nörona mesajı iletir. Ara nöron mesajı motor nörona ulaştırır ve motor nöronda tepkiyi vermek üzere omurilikteki gerekli kasları harekete geçirir. Refleksler yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan fizyolojik tepkiler olarak ele alınırken; bir yandan da davranışsal psikoloji alanında aşağıda anlatıldığı gibi kullanılır.

Sabit-Aksiyon Örüntüleri (Fixed-Action Pattern)

Canlılar, belli çevresel uyarıcılara yönelik karmaşık yapıda ve farklı bir biçimde davranış sergiler. Bu biçim, davranış zinciri olarak gösterilir. Eğer karşı taraftan zincirin devamını sağlayacak geri davranış görülmezse, sosyal etkileşim bitebilir.

Canlılarda ortak görülen yiyecek arama, yuva yapma, yeni doğan yavrunun bakımı gibi davranışlar çok geniş bir yayılım gösterir. Böylesi davranış biçimleri, belli bir uyarıcı etrafında gelişen olaylarla şekillenmekte. Farklı birçok kasın etkileşimi ile meydana gelen -yani tek bir göz kırpma hareketi ya da elini kaldırma gibi basit işlevsel biçimlerden oluşmayan- davranış biçimlerine, sabit-aksiyon örüntüleri adı verilir.

Bu aksiyon örüntüleri türler içi davranış biçimleridir. Örneğin, memelilerde yavrular emerek beslenirken yavru kuşlar gagalarını açarak ebeveynlerinden yem alırlar. Dolayısıyla bu örüntülere sabit denmesinin sebebi türler içi ortak görülen davranış biçimleri olmasından; aksiyon denmesinin sebebi ise karmaşık bir kas sistemi hareketi sonucu gerçekleşmesindendir. İşaret uyarıcısı ise bu örüntüyü ortaya çıkarmaya yarayan uyarıcılar bütünüdür. Peki, güdülerimize bağlı davranışsal biçimlerimiz nasıl bir eğilim göstermektedir?

Davranışsal Örgütlenmeler

Güdülerin Ortaya Çıkışı

Ortaya çıkan her davranış biçiminde sabit-aksiyon örüntüler ya da refleksler direk oluşmaz. Bu durumun faydası, düzensiz hareketleri engellemiş olmasıdır. Yani verdiğimiz tepkiler birbirinden bağımsız olarak gerçekleşmez. Sabit-aksiyon örüntüleri, canlının içsel durumuna göre açığa çıkar. Güdüsel durum, bu örüntünün açığa çıkmasını hazırlar. Örneğin; yeme arayışı, saldırganlık ya da ebeveyn davranışları gibi güdüsel durumlar işaret uyarıcıları tarafından tetiklenir. Bu yüzden etologlar güdüsel durumu, canlı davranışının kilit noktası olarak değerlendirirler. Dolayısıyla sabit-aksiyon örüntülerinden hareketle davranışların nasıl oluştuğuna dair Lorenz’in Hidrolik Motivasyon Modeli (hydraulic motivation model) adı verilen bir sistem bulunmaktadır.

Lorenz’in Hidrolik Motivasyon Modeli

Konrad Lorenz (Avusturyalı Doktor, 1903 – 1989), hayvan motivasyonunu açıklamak için klasik etolojinin ana fikirlerini bir araya getiren model geliştirmiştir. Model; sabit-örüntü, motivasyon ve işaret uyarıcısı arasındaki ilişkiyi tanımlar. Tipik bir davranış biçiminde bu model oluşunca, belirli parametrelerin ya da güdülerin ilerlediği düşünülür.

Lorenz, bunun bir model olduğunu söylemiş ve beyinde gerçekten var olan yapıların doğru bir resmi olduğunu iddia etmemiştir. Bunun yerine çeşitli varsayımsal sistemlerin, bir hayvanın iç ve dış çevresine tepkisini organize etmek için nasıl birlikte çalıştığını görselleştirmenin bir yolu olduğuna vurgu yapmıştır. 1950 yılında Konrad modelini şöyle açıklamıştır: “Bu mekanizma, elbette, simgelediği gerçek süreçlerin çok kaba bir basitleştirmesidir; ancak deneyim bize en kaba basitliklerin bile çoğu zaman araştırma için değerli bir uyarıcı olduğunu öğretti.”

Örnek olarak açlık güdüsü, sürekli tekrar eden bir olgudur. Besinin yenmesi ve ardından enerjinin harcanması gibi pek çok karmaşık işlevlerin oluşumundan meydana gelir. Yani enerji sağlanınca açlık dürtüsü kademeli bir şekilde artar ve oldukça belirgin bir hale gelir. Yeme eylemi gerçekleştiği an, açlık güdüsü biter ve kendini yeniden tekrar eder. Böylece sabit-aksiyon örüntüsü, ilgili davranışın ortaya çıkması için gerekli motivasyonu sağlamış olur. Ayrıca gösterdiğimiz her davranış, birbirini izleyen davranış silsilesinden meydana gelir. Bunlardan biri apetetif diğeri de doyurucu davranıştır.

Apetetif (Appetitive) ve Doyurucu (Consumatory) Davranış

Apetetif davranış, büyük aksiyonların oluşmasına olanak sağlayan davranış silsilesidir. Mesela yiyecek aramak ya da yuva yapmak için gerekli malzemeyi bulmaya çalışmak gibi. Apetetif davranış muazzam ölçüde değişkenlik gösterir. Örneğin yiyecek arayan bir canlı ormanda, kırlarda, dağlarda ya da deniz kenarlarında bu eylemini gerçekleştirecektir.

Eğer canlı yiyeceğini bulduysa, burada eylemin yönü -kendi türüne özgü olmak kaydıyla- daha kalıpsal ve limitli olmaya başlar. Şöyle düşünelim. Yemek hazırsa bunu yiyebilmek için gerekli malzemeleri her defasında hazırlarız (kaşık, çatal, bıçak, tabak vs). Bu eylemlerin ritüeli ise yemek arayışının dışında daha dar bir alanda ve sürekli tekrar eder.

Açıklamadan da anlaşılacağı gibi türe özgü dar kalıplı davranış biçimlerine “doyurucu davranışlar” denmekte. Doyurucu davranışı oluşturan uyarıcı davranış biçimi, sabit-aksiyon örüntüleriyle sonlanır ve eylemin gerçekleşmesiyle güdü tamamlanır. Bu yüzden tamamlamayı anlaşılır kılmak için davranış biçimi “doyurucu” olarak adlandırılmıştır. Aslında apetetif davranış, bir organizmanın uyarıcılarla karşılaşmasını sağlayan davranış silsilesiyken; doyurucu davranış ise sabit-aksiyon örüntüleriyle sonlanan aksiyonların oluşturduğu biçimdir.

Davranış biçimleri sadece apetetif ve doyurucu davranışlardan oluşmaz. Bir eylem gerçekleşmesinden önce genel bir arayış aksiyonu ile başlar ve eylemin hedefi bulunduğunda, odaksal arama aksiyonuna dönüşür. Örneğin, bal arısının çiçek toplamak için arayışa girip uygun çiçeği bulduğunda odaklanması gibi.

Son olarak;

Görüldüğü gibi davranış sistemleri, organizmanın yaşam boyu sürdürdüğü pek çok karmaşık fonksiyonlarla tanımlanır. Çeşitli davranış biçimleri, fonksiyonel olarak uygun sırada ve koşulda gerçekleşir. O yüzden öğrenme, koşulsuz davranış ile sınırlanmakta ve türe özgü iç ve dış davranışlar değişmez olmamaktadır. Sistematik bir şekilde ortaya çıkarılan davranış, iyi organize olunan sosyal etkileşimlerle sonuçlanır.



Kaynakça:

Matematiksel

Olgun Duran

Ömür boyu öğrencilik felsefesini benimsemiş amatör tiyatro oyuncusu ve TEGV gönüllüsü; kitaplarından, doğaya hayranlığından, yeni yerleri görmekten, gittiği yerlerin kültürünü keşfetmekten ve bunların uğruna çabalamaktan vazgeç(e)meyen kişi...  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu