Bir tatile çıkarken “belki okurum” diye valize birden fazla kitap atıyor, sadece oyalanmak için uğradığınız bir kitabevinden bile eliniz boş çıkamıyorsunuz, bunun nedeni tsundoku olabilir!

Japonların “tsundoku” adını verdiği alışkanlık, kitapları yalnızca okumak için değil, hayatın kalıcı ve anlamlı bir parçası hâline getirmek için edinmeyi ifade eder. İstatistikçi Nassim Nicholas Taleb’e göre de, bu okunmamış kitaplar “anti-kütüphane” adını verdiği bir kavramı da temsil eder. Ona göre anti-kütüphaneler tembellik ya da entelektüel bir yetersizlik göstergesi değil—aksine, tam tersidir.
Anti-Kütüphane ile Yaşamak
Taleb, “anti-kütüphane” kavramını en çok satan kitabı Siyah Kuğu: Olabilecek En Beklenmedik Etkinin Etkisi’nde ortaya koyar. Konuya, üretken yazar ve akademisyen Umberto Eco’nun kişisel kitaplığıyla başlar. Bu kütüphane tam 30.000 kitaptan oluşuyordu.

Eco’nun evine gelen misafirler, bu devasa kütüphaneye hayran kalır ve çoğu zaman bunun, onun okuduğu kitapların birikimi olduğunu düşünürdü. Elbette Eco’nun bilgisi genişti; ancak bazı dikkatli misafirler gerçeği fark etmişti. Bu kütüphane, Eco’nun ne kadar çok okuduğunu değil, ne kadar çok okumak istediğini gösteriyordu.
Eco, bu düşünceyi açıkça dile getirir. Kabaca bir hesapla, on yaşından seksen yaşına kadar her gün bir kitap okuyan bir insan, hayatı boyunca en fazla 25.200 kitap okuyabilir. Bu sayı, herhangi bir üniversite kütüphanesinde bulunan bir milyon kitapla karşılaştırıldığında, onun deyimiyle yalnızca “ufak bir detay”dır.
Taleb şöyle yazar: “Bilgimizi kişisel mülk gibi görme eğilimindeyiz; onu korumak ve savunmak isteriz. Bilgi, toplumsal hiyerarşide yükselmemizi sağlayan bir süs eşyasına dönüşür. Bu yüzden Eco’nun kütüphane anlayışını yalnızca ‘bilinen’e odaklanarak küçümsemek, insan zihninin derin bir yanlılığıdır.”
Oysa keşfedilmemiş fikirlerle dolu raflar, öğrenmenin asla bitmediğini hatırlatır. Bizi daha çok okumaya, daha derin düşünmeye ve hiçbir zaman “yeterince biliyorum” rahatlığına kapılmamaya teşvik eder.
Bu yaklaşım, sağlıklı ve sağlam bir entelektüel alçakgönüllülüğün temelini oluşturur. Gerçek bir kütüphane, 80 yaşına kadar—ve şanslıysak daha da uzun süre—beslenebileceğimiz, sürekli büyüyen ve gelişen bir öğrenme alanıdır.
Tsundoku Nedir?
Ancak kimi düşünürler, “anti-kütüphane” kavramını yetersiz bulur ve yerine tsundoku kelimesini kullanmayı tercih eder. “Tsundoku” kelimesi, Japonca tsunde-oku (bir şeyleri üst üste yığmak) ve dokusho (kitap okumak) kelimelerinin birleşiminden oluşur.
Bu terim, “Kesin okuyacağım” diyerek bir kitap almak, sonra onu okumamak, ardından yine “Bu sefer kesin okuyacağım” diyerek başka bir kitap almak ve böylece okunmamış kitaplarla dolu tehlikeli bir raf yığını oluşturmak anlamına gelir. Tsundoku, kitaplara olan tutkumuzun samimi ama kaotik bir yansımasıdır.

Tsundoku, bibliyomaniden de farklıdır. Bibliyomani, kitapları okumak veya keyfini çıkarmak için değil, yalnızca koleksiyon yapmak amacıyla takıntılı bir şekilde kitap biriktirme durumudur.
Bibliyomani hastaları, satın aldıkları ama okumadıkları kitaplar karşısında genellikle bir şey hissetmezler. Onlar için önemli olan sahip olmaktır. Oysa tsundoku durumunda kişi, okunmamış kitaplar yüzünden çoğu zaman suçluluk duyar. Bibliyoman, kitap koleksiyonunu gururla sergiler. Tsundoku’ya sahip olan kişi ise kitaplarını göstermekten çok, iyi bir okuyucu olarak tanınmak ister.
Tsundoku’nun Değeri
Elbette, küçük bir ulusal kütüphane kadar kitabı olup da neredeyse hiçbirini okumayan bibliyomani hastaları vardır. Ancak kitap meraklılarının çoğu, sahip oldukları kitapları gerçekten okur. Araştırmalar da kitap sahipliği ile okuma alışkanlığının genellikle birlikte geliştiğini ortaya koyuyor.
Bu araştırmalardan biri, 80 ila 350 kitap bulunan bir evde büyüyen çocukların, yetişkin olduklarında daha yüksek okuryazarlık, sayısal beceri ve dijital okuryazarlık düzeylerine ulaştığını gösteriyor. Araştırmacılara göre kitaplara sürekli maruz kalmak, okumanın yaşamın doğal bir parçasına dönüşmesini sağlıyor. Bu da bilişsel gelişimi destekliyor.

Diğer çalışmalar ise okumanın, özellikle kurgu kitapları okumanın, çok sayıda faydası olduğunu kanıtlıyor. Okumak, stresi azaltıyor, sosyal bağ kurma ihtiyacını karşılıyor. Ayrıca empatiyi ve sosyal becerileri güçlendiriyor, bazı zihinsel yetenekleri geliştiriyor. Kurgu dışı okumalar ise başarıyla, yüksek performansla ve kendini tanımayla ilişkilendiriliyor. Dünyayı daha iyi anlamaya yardımcı oluyor.
Jessica Stillman, bu konuda kaleme aldığı bir makalede, okunmamış kitapların Dunning–Kruger etkisine karşı bir denge unsuru olabileceğini öne sürüyor. Bu bilişsel yanılgı, bilgisi sınırlı kişilerin kendi yetkinliklerini olduğundan fazla sanmasına yol açar. İnsanlar bilgisizlikleriyle yüzleşmekten hoşlanmasalar da, rafta duran okunmamış kitaplar onları tam anlamıyla uzmanlığa değilse bile, giderek derinleşen bir kavrayışa yönlendirebilir.
“Okumadığınız tüm o kitaplar gerçekten de ne kadar cahil olduğunuzu gösterir,” diye yazıyor Stillman. “Ama ne kadar az bildiğinizi fark ediyorsanız, çoğu insandan çok daha öndesiniz demektir.”
Sonuç Olarak
İster buna “anti-kütüphane” deyin, ister tsundoku, ister başka bir ad verin. Okunmamış bir kitabın asıl değeri, sizi bir gün gerçekten okumaya teşvik etme gücüdür.
Kaynaklar ve ileri okumalar
- What our shelves of unread books teach us about ourselves. Yayınlanma tarihi: 12 Ağustos 2025. Bağlantı: What our shelves of unread books teach us about ourselves
Matematiksel