Kendimizi Geliştirelim

7-38-55 Kuralı: İletişiminin Altın Oranı Gerçekte Nedir?

Hayatta bazen en etkili çözümler, karmaşık sorunlara ışık tutan basit kurallarda gizlidir. Bu kuralların akılda kalıcı olması ve belirli sayılarla ifade edilmesi, onları daha anlaşılır kılar. İşte bu yazıda ele alacağımız 7-38-55 kuralı da böyle bir örnektir.

Belki bunlardan bazıları sana da tanıdık geliyordur:

  • 10.000 saat kuralı. Bir beceriyi ustalık seviyesinde öğrenmek için 10.000 saat gerekir.
  • 21 gün alışkanlık döngüsü. Yeni bir alışkanlık kazanmak için 21 gün yeterlidir.
  • Myers-Briggs kişilik testi. İnsanların 16 farklı kişilik tipine ayrıldığı söylenir.
  • 80-20 kuralı. Sonuçların yüzde 80’i, nedenlerin yüzde 20’sinden kaynaklanır.
  • 50-40-10 kuralı. Mutluluğun yüzde 50’si genetik, geri kalanı ise seçimler ve yaşam koşullarıyla açıklanır.

Bu örneklerde ortak bir özellik vardır: Biraz bilimsel araştırma, gündelik gözlemlere bilimsel bir cilâ kazandırmıştır. Evet, bir beceriyi öğrenmek için zaman ve emek gerekir, ama 10.000 saatlik sınırın sihirli bir tarafı yoktur.

Evet, genetik mutlulukta rol oynar, ama seçimlerimiz ve yaşam koşullarımız da genlerimizi etkiler. Ve evet, kişilikler farklıdır, ancak herkesin 16 kutudan birine eksiksiz yerleşeceğini destekleyen güçlü bir kanıt bulunmamaktadır. Buradan 7-38-55 kuralına geliyoruz.

7-38-55 kuralı nedir?

Bu kurala göre bir konuşmanın anlamının yalnızca yüzde 7’si sözcüklerde saklıdır. Geriye kalan yüzde 93 ise konuşmacının ses tonundan (%38) ve beden dilinden (%55) kaynaklanır. Oldukça düzenli ve çekici bir formül gibi görünür; sanki sözcüklerin ötesine geçip birinin aslında ne söylediğini ya da gizlediğini anlamamızı vaat eder. Gerçek ise bundan çok daha karmaşıktır.

7-38-55 oranı, psikolog Albert Mehrabian tarafından 1960’ların sonunda ortaya atıldı. Mehrabian, bu oranın temelini oluşturacak iki deney gerçekleştirdi.

İlk deneyde, dinleyicilerin duygusal tonlamayı sözcüklerden mi yoksa ses tonundan mı daha iyi algıladığını görmek istedi. Otuz kadın katılımcıdan, farklı tonlamalarla (olumlu, nötr, olumsuz) söylenen sözcükleri dinlemelerini istedi.

Bazen sözcük ve tonlama uyumluydu; örneğin “teşekkürler” ifadesi olumlu bir sesle söylendi. Bazen de uyumsuzdu. Sonuçta katılımcıların duyguyu sözcüklerden çok ses tonundan algıladıkları görüldü.

İkinci deney de benzer şekilde gerçekleşti. Ancak bu kez otuz yedi kadın katılımcıya farklı yüz ifadeleri gösterildi (beğeni, nötr, hoşnutsuzluk). Katılımcılar aynı anda bir sözcük dinlediler ve yüz ifadesine bakarak duyguyu tahmin etmeye çalıştılar. Burada da bazen sözcük, tonlama ve ifade örtüşüyordu, bazen çelişiyordu. Sonuçta katılımcıların duyguyu sözcüklerden çok yüz ifadelerinden daha doğru şekilde algıladıkları anlaşıldı.

Mehrabian’ın kitabı görece büyük bir ilgi yaratmadı. Ancak üzerinden geçen vakitte bahsettiği ilkeler başkaları tarafından benimsenmeye ve kullanılmaya başlandı. 

Bu iki bulguyu birleştiren Mehrabian, duygusal iletişimde sözcüklerin yüzde 7, ses tonunun yüzde 38 ve beden dilinin yüzde 55 oranında etkili olduğunu öne sürdü. Bu oran daha sonra 1971’de yayımlanan Silent Messages (Sessiz Mesajlar) adlı kitabında yer aldı. Kitap sayesinde kural geniş bir kitleye ulaştı ve zamanla kendi başına bir “gerçek” gibi dolaşıma girdi.

7-38-55 kuralı ile ilgili sorun nedir?

Fark etmiş olabileceğiniz gibi, Mehrabian’ın araştırmalarının bazı önemli sınırlılıkları vardı. Çalışmalar, laboratuvar ortamında yapay koşullarda yapıldı ve yalnızca kadınlardan oluşan küçük örneklem gruplarıyla sınırlı kaldı. Yüz ifadeleri dışında beden dilinin diğer unsurları hiç incelenmedi. 7-38-55 oranını farklı ortamlarda ya da farklı gruplarla test eden takip çalışmaları yapılmadı. Ve belki de en kritik nokta şu oldu: İletişimde sihirli bir anahtar gibi sunulan bu kuralın temelinde, gerçek bir konuşma hiçbir zaman yer almadı.

Mehrabian’ın araştırmaları, 7-38-55 oranının iletişimin bütünü için geçerli olduğunu hiçbir zaman göstermedi. Buna rağmen kuralın popüler yorumları çoğunlukla yanlış sonuçlara vardı. “Ne söylediğin değil, nasıl söylediğin önemlidir.” “İnsanların sözlerini boş ver, asıl mesajı öksürüğünde ya da kollarını kavuşturmasında ara.” Bu tür çıkarımlar kulağa çarpıcı gelse de gerçeği yansıtmaktan uzaktır.

Hatta Mehrabian’ın kendisi bile araştırmasının yanlış yorumlandığını sık sık dile getirmiş ve bu konuda açıklık getirmeye çalışmıştır.

Ne yazık ki 7-38-55 kuralı, zamanla bir tür “entelektüel şehir efsanesi”ne dönüştü. Tıpkı diğer popüler kurallar gibi, her yeniden anlatılışında – kişisel gelişim kitaplarında, iş dünyası makalelerinde, konferans konuşmalarında – daha da fazla itibar kazandı ve zihinlerimize yerleşti.

Normalde bu tür bir efsaneyi çürütmeye çalışmak, Brandolini yasasının da söylediği gibi, ortaya atılan iddiadan kat kat daha fazla çaba gerektirirdi. Ama bu durumda basit bir düşünce deneyi yeterli olur.

İtalyan bilgisayar programcısı Alberto Brandolini tarafından 2013 yılında formüle edilen Brandolini Yasası Saçmalık Asimetri Prensibi (Bullshit Asymmetry Principle) olarak da anılıyor. 

İletişimin sözlü ve sözsüz yönleri bir bütün olarak önemlidir

Sözcükler iletişimin yalnızca yüzde 7’sini oluşturuyorsa neden yabancı dil öğrenme zahmetine girelim? Birkaç kafa sallaması, mahcup bir gülümseme ve ara sıra yapılan omuz vuruşlarıyla her kültürde rahatça yolumuzu bulabilmemiz gerekirdi. Oysa uluslararası seyahat eden herkesin bildiği gibi, iyi bir sözlük bile birinin ne söylediğini anlamakta yüzde 7’den çok daha fazlasını sağlar. Sözcükleri ve dili kavramak, iletişimin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Sözel ve sözel olmayan yönler iletişimde elbette önemlidir; ama bu tür nitel deneyimleri sayılarla ölçmeye kalkmak pek mantıklı değildir. Böyle formüller dikkat çekici başlıklar üretir, fakat verilen oranlar çoğu zaman gerçek bir sohbetten çok, araştırmacının kullandığı yöntemi yansıtır.

Üstelik iletişimi yalnızca sözcükler, tonlama ve beden dili arasında üçe bölerek açıklamaya çalışmak da gerçeği tam karşılamaz. Her şeyden önce, her konuşma bir bağlam içinde gerçekleşir. Ortam, konuşmacıların rolleri, geçmişleri ve ilişkileri bu bağlamın parçasıdır ve iletişimin anlaşılmasında hayati bilgiler sunar.

İkinci olarak, iletişim ipuçları genellikle kümeler hâlinde ortaya çıkar. Ancak kimi zaman “beden dili uzmanları” basit ipuçlarını tek başına yorumlamanın gerçeği açığa çıkaracağını iddia eder. Kollarını kavuşturmuşsa bir şey gizliyordur. Göz teması kurmuyorsa mutlaka yalan söylüyordur. Ama gerçek bu kadar basit değildir.

Birinin kollarını kavuşturması, gizlediği bir şey olduğundan değil, sadece ortamın soğuk olmasından kaynaklanabilir. Göz teması kurmaması ise yalan söylediğini değil, belki utangaç ya da dalgın olduğunu gösterir. İşte bu yüzden, ipuçlarını tek tek değil, kümeler hâlinde değerlendirmek gerekir. Ses tonu, yüz ifadeleri, beden dili ve elbette söylenen sözcükler hep birlikte anlam kazanır.

Sonuç olarak

Bilim ve psikolojinin bize hayatın karmaşık sorunlarını çözmek için kesin formüller sunabileceğini düşünmek hoş bir fikir olabilir. Ancak gerçekte bu tür kurallar, sadece sahte bir rahatlık sağlar. Bir beceride ustalaşmak, bir alışkanlık edinmek ya da mutlu olmak emek ister. Aynı şekilde başkalarıyla anlamlı ilişkiler kurmak için de merak, empati, dikkat ve duygusal zekâ gerekir.

Bunu ölçüp yönetebileceğimiz basit bir sayı yoktur. Ama belki de bunun kendisi bir rahatlıktır: Herhangi bir formüle bağlı kalmadan, kendi sohbetlerinizi kendiniz şekillendirebilirsiniz.


Kaynaklar ve ileri okumalar

  • Amsel, Tuvya. (2019). An Urban Legend Called: “The 7/38/55 Ratio Rule”. European Polygraph. 13. 95-99. 10.2478/ep-2019-0007.
  • Mehrabian A, Ferris SR. Inference of attitudes from nonverbal communication in two channels. J Consult Psychol. 1967 Jun;31(3):248-52. doi: 10.1037/h0024648. PMID: 6046577.
  • The 7-38-55 rule: Debunking the golden ratio of conversation. Yayınlanma tarihi: 22 Mayıs 2024. Kaynak site. Big Think. Bağlantı: The 7-38-55 rule: Debunking the golden ratio of conversation

Matematiksel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir