17 Şubat 1923, arkeoloji tarihinin en önemli günlerinden biri olarak kayda geçti. O gün, İngiliz arkeolog Howard Carter, üç ay önce Krallar Vadisi’nde keşfettiği bozulmamış bir Mısır mezarını, yirmi tanığın önünde açtı. Göz kamaştırıcı altın varaklı taht dikkat çekiciydi, fakat asıl ilgiyi taştan yapılmış lahit ve iç içe geçmiş altın yaldızlı tabutlar topladı. En içte, “çocuk kral” Tutankhamon’un mumyası ve onu saran ünlü altın maske vardı.

Mezarda 5 binden fazla nesne vardı: yiyecekler, şaraplar, oklar, hatta temiz keten iç çamaşırları. Çünkü Mısırlılar, ruhun ölümden sonra Yargı Salonu’nda Osiris’in huzuruna temiz ve hazır çıkması gerektiğine inanıyordu.
Osiris, ölümün ve yeniden doğuşun tanrısıydı. Ona göre insanın özü beyinde değil, kalpteydi. Kalp, kişinin yaşamındaki eylemleri yansıtıyor; saf bulunursa ruh ölümsüz cennete kabul ediliyordu. Aksi halde kalp, “Ölülerin Yutucusu” tanrıça Ammit tarafından yutuluyor ve ikinci bir ölüme mahkûm oluyordu.
Mısırlılara göre ruh, bedene zaman zaman dönüp ondan güç alırdı. Bu yüzden cesedin bozulmadan korunması, yani mumyalanması zorunluydu. Yüz maskesi, ruhun kendi bedenini tanıyabilmesi içindi. Kalp, ruhun evi sayıldığından özenle korunup yerine konurdu; önemsiz görülen beyinse burundan çıkarılıp atılırdı.

Tutankhamon’un kalbinin nasıl yargılandığını asla bilemeyeceğiz. Tahta yalnızca dokuz yıl kalmış, on yedi yaşında ölmüştü. Hayattayken büyük işler başardığına dair kanıt yok. Buna karşın ölümünden sonra, muhteşem altın maskesi ve mezarına dokunanlara musallat olduğu söylenen lanetiyle, Tutankhamon belki de tüm firavunların en ünlüsü haline geldi.
Tutankhamun’un Laneti Efsanesi Gerçek midir?
Spiritüalizm, ölümden sonra ruhun varlığını sürdürdüğüne ve ölülerin yaşayanlarla iletişime geçebileceğine inanan bir dini harekettir. Bu inanç 19. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı.
Yüzyılın sonlarına doğru, birkaç medyumun sahtekârlığının ortaya çıkmasıyla popülerliğini yitirdi. Ancak I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, milyonlarca insan kaybettikleri yakınlarıyla yeniden iletişim kurma umuduyla bu inanca yöneldi.
Tutankhamun’un mezarının keşfi, bu döneme denk geldi. Genç yaşta ölen bir adamın hikayesi, pek çok insanın kalbinde yankı buldu. Karanlık bir dönemde Tutankhamun, adeta parlak renklerle dolu bir umut simgesine dönüştü. Mezarın gizemi ve sonsuz yaşam fikri de bu ilgiyi daha da artırdı.

Ancak bu keşif aynı zamanda gizemle ve merakla doluydu. Yüzyıllardır aranan bir mezarda, bir antik kralın bulunması, halkın hayal gücünü büyüledi. Dönemin gazeteleri de bu ilgiden faydalanarak, hikayeyi bir “lanet” efsanesiyle süsledi.
Mezarda sıkça alıntılanan “Kralın huzurunu bozan, ölümün hızlı kanatlarıyla vurulacaktır” şeklindeki lanet yazısı aslında hiçbir yerde yer almıyordu. Tutankhamun’un laneti tamamen gazeteler arasındaki tiraj rekabetinden doğdu.
Kazı haberlerini yayımlama hakkı yalnızca The Times gazetesine aitti. Diğer gazeteler ise bu sınırlamayı aşmak için spekülatif hikâyeler üretmeye başladı ve “lanet” söylentisini yaydı.

Gazeteler, mezarın açılmasıyla bağlantılı olduğunu öne sürdükleri bir dizi hastalık, kaza ve talihsiz olayı yayımlamaya başladı. Bunların en dikkat çekeni, kazının finansörü Lord Carnarvon’un 5 Nisan 1923’teki ölümüdür. Ölüm nedeni basit bir enfekte kesikti, ancak bu olayı lanetle ilişkilendirme fırsatı gazeteler için fazlasıyla cazipti.
Ölümler Sanıldığı Gibi Kısa Sürede Gerçekleşmedi
Sonraki araştırmalar, mezarın açılışına tanıklık edenlerin erken yaşta öldüğü iddiasını tamamen çürüttü. Açılışta bulunanlardan yalnızca birkaç kişi sonraki on yıl içinde hayatını kaybetti. Lanetin başlıca hedefi olması beklenen Howard Carter ise 1939 yılında, 64 yaşında öldü.

Keşif yapıldığından beri yüzlerce işçi, onlarca fotoğrafçı, gazeteci, turist, güvenlikçi ve bilim insanı bu bölgeyi ziyaret etmişlerdi. Ancak hiçbirinde lanetin etkisi gözlemlenmedi.
Lanetin uydurma olduğunu artık herkes bilse de, bu söylenti antik kalıntıların keşfi ve benzer efsanelerin sürdürülmesi üzerinde kalıcı bir etki bıraktı. İnsan kalıntılarına özenle yaklaşılması gerektiği fikri, kazı çalışmalarının en başından beri vardı. Günümüzde ise arkeoloji, bu kalıntılarla çalışmanın etik boyutlarına, onların nasıl yorumlandığına ve nasıl korunduğuna her zamankinden daha fazla önem veriyor.
Sonuç Olarak
Tutankhamun’un mezarının keşfi, genç kralın hikâyesi ve etrafında oluşan efsaneler bugün hâlâ insanları büyülüyor. Antik Mısır kültürünü artık bir yüzyıl öncesine göre çok daha iyi anlıyoruz, yine de birçok gizem çözülmeyi bekliyor.
Mezardaki eşyalar olağanüstü bir ustalıkla yapılmış, anlam ve sembollerle doludur. Üzerlerindeki hiyeroglifler, gizemleriyle hâlâ hayranlık ve merak uyandırır. Yine de mezarın içindeki eserlerin büyük kısmı tam olarak yayımlanmadı.

Arkeologlar hâlâ nesneleri katalogluyor ve kazıyı ayrıntılı biçimde araştırıyor. Üstelik yeni bulgular da ortaya çıkıyor. Bazı kanıtlar, Howard Carter’ın mezardan bazı eserleri gizlice almış olabileceğini düşündürüyor.
Tutankhamun’un mezar kazısı, hâlâ kazı, keşif ve sergileme açısından bir ölçüt olarak kabul ediliyor. 1972’de Londra’daki British Museum’da düzenlenen sergide, altın cenaze maskesi de dahil olmak üzere mezardan çıkarılan hazinelerin bir bölümü sergilenmişti. Bu sergi, 1,6 milyon ziyaretçiyle müze tarihinin en çok ilgi gören etkinliği oldu. Bu nedenle, o günden bu yana tüm sergiler onunla kıyaslanır hale geldi.
Kaynaklar ve ileri okumalar
- Nelson MR. The mummy’s curse: historical cohort study. BMJ. 2002 Dec 21;325(7378):1482-4. doi: 10.1136/bmj.325.7378.1482. PMID: 12493675; PMCID: PMC139048.
- Why Tutankhamun’s curse continues to fascinate, 100 years after his discovery. Yayınlanma tarihi: 3 kasım 2022. Kaynak site: Conversation. Bağlantı: Why Tutankhamun’s curse continues to fascinate, 100 years after his discovery
Matematiksel
 
 




