Psikoloji

Sevgisizlikten Şikayetçi İseniz Erich Fromm İle Tanışın

“Sevgi doğuştan gelen bir şey değil. Aksine, disiplin, dikkat, sabır, inanç ve narsizmin aşılmasını gerektirir. Sevgi bir his değil, bir pratiktir.” Erich Fromm’un 1956’da yayımlanan Sevme Sanatı (The Art of Loving) adlı eserinde söylediği bu söz, sevgiye yaklaşımında oldukça temel bir noktayı vurgular.

Şikayetiniz Sevgisizlikse Erich Fromm İle Tanışın
Yahudi kökenli Almanya doğumlu Erich Fromm hukuk felsefesi ve sosyoloji, sonra da psikanaliz eğitimi almıştır.

Eğer tarihle ilgiliyseniz, iki dünya savaşı arası dönemin, insanlık tarihindeki en korkunç zulüm örneklerinden biri olduğunu bilirsiniz. Erich Fromm da bu nefretle yaklaşık 20 yıl boyunca yüzleşti. Bu deneyimleri, 1956’da yayımladığı Sevme Sanatı adlı eserinin temelini oluşturdu.

Fromm, 1930’larda faşist rejim yükselirken Almanya’dan kaçmak zorunda kaldı. Önce Cenevre’ye, ardından New York’taki Columbia Üniversitesi’ne yerleşti. Bu dönemde Fromm’un zihninde temel bir soru vardı: İnsanlıkla ilgili yanlış giden neydi?

Fromm, insanların aslında hep sevgiyi aradığını fark etti. Aşkla ilgili kitaplar kitapçılarda yok satıyor, tanışma kulüpleri popülerleşiyor, gazeteler aşk ilanlarıyla doluyordu. Ama insanlar hâlâ gerçekten sevdiklerini hissedemiyor, yalnızlıklarını gideremiyordu. Neden?

Erich Fromm kimdir
Bugün, Erich Fromm, 20. yüzyılın en önemli psikanalistlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Erich Fromm Ve Sevme Sanatı

Çünkü Fromm’a göre sevgi, sadece bir his değildir. Bir uygulamadır. Bir sanattır. Tıpkı müzik ya da resim gibi çaba, emek ve disiplin gerektirir. Fromm’a göre bu yalnızlığı ve sevgisizliği aşmak için dört temel unsur gerekir:

  • Çalışkanlık – Sevgiye sürekli emek vermek.
  • Yalnızlıkla barışmak – Önce kendini sevmek.
  • Cesaret – Sevgiye açık olmak, kendini riske atabilmek.
  • İnanç – Karşındakine güvenebilmek, karşılık beklemeden sevebilmek.

“Olgunlaşmamış aşk ‘Sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum’ değil, ‘Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var’ der.” Erich Fromm. Fromm’a göre olgunlaşmamış aşk, sevginin narsist bir temelden doğduğu durumdur. Bu tür aşkın en belirgin özelliği, sevilen kişiyi ve ilişkiyi birer metaya dönüştüren alışveriş temelli bir ilişki biçiminde yaşanmasıdır.

Günümüzde aşkı bulma biçimimiz de çoğu zaman bu kategoriye girer. Bu da insanları daha derin bir varoluşsal yalnızlığa sürükler.

Edward Hopper’ın Automat’ı, 2011

Aşk ve yalnızlıkla ilgili bu sorunların yanıtları, Erich Fromm’un önemli eserlerinden biri olan Özgürlükten Kaçış (1941) adlı kitabında bulunur. Fromm bu çalışmasında, günümüz toplumunda hâlâ geçerliliğini koruyan bir sorunu tarif eder.

Sorunun Kaynağı Özgürlükten Kaçıştır

Bireyleşme süreci, toplumları yeniden aşk ve ayrılık problemlerinin merkezine çeker. Varoluşsal yalnızlık, insanları bu duyguyu geçici olarak dindirecek kararlar almaya iter. Yani bizler, yalnızlıktan kısa süreliğine de olsa kurtulmak için çabalarız.

Erich Fromm’a göre negatif özgürlük, “bir şeyden özgürlük” anlamına gelir. Bu özgürlük türü, insanlığın avcı-toplayıcı topluluklardan bu yana gelişen tarihsel sürecinde giderek artmıştır. Açlıktan, önlenebilir hastalıklardan, baskıdan kurtulma gibi durumlar negatif özgürlükler kapsamındadır.

Buna karşılık pozitif özgürlük, “bir şeyi yapma özgürlüğü”dür. Örneğin, birey olarak neyi hedefleyeceğimizi seçme hakkımız varsa pozitif özgürlüğe sahibiz demektir. Bu durumda yalnızca temel ihtiyaçlarla sınırlı yaşamayız; doğduğumuz sınıfla, kastla belirlenmiş bir kaderin esiri olmayız. Gerekli yaşam kaynaklarına – yiyecek, su, barınak – sahip olduktan sonra toplum, bize neredeyse sınırsız seçenek sunar.

Ancak sorun tam da burada başlar. Bu pozitif özgürlük bolluğu içinde, bireyler neyi seçeceklerini bilemez hale gelebilirler. Seçenek çokluğu, insanı özgürleştirmek yerine kaygılandırır. Bu nedenle kimi insanlar, önlerinde sınırsız seçeneklerin olmasındansa, kuralların ve sınırların önceden belirlendiği katı bir yaşam tarzını tercih ederler. Belirsizlik, özgürlükten çok baskı gibi gelir.

Erich Fromm’un bu analizleri, onun Almanya’daki yaşam tecrübeleriyle birebir örtüşür. Almanya’nın otoriter ilkelerle kendi kendini yıkıma sürüklemesini ve insanların bu sistemi isteyerek benimseyip başkalarını ezmek için kullanmalarını izlemek, Fromm için de sarsıcı bir deneyimdi. Bu gözlem, onun özgürlük, otorite ve sevgi üzerine geliştirdiği fikirlerin temelini oluşturdu.

Frankfurt Okulu’nun o dönemdeki temel varsayımı şuydu. Eğer nüfusun %15’i kararlı biçimde demokratik, %10’u da kararlı biçimde otoriterse, geriye kalan %75’lik çoğunluk dengeyi demokrasiden yana tutar ve bu toplumun istikrarını sağlar. Bu oranlar, Almanya’nın iki dünya savaşı arasındaki dönemdeki toplumsal yapısını kabaca yansıtmaktaydı.

Erich Fromm’a göre toplumun %75’lik büyük çoğunluğunu oluşturan kesim, eğer sevgi ve özgürlük kavramlarını yanlış anlıyorsa bu insanlar otoriterliğe daha kolay yönelir. Çünkü otoriter sistemler, bireyi bir grubun parçası olmaya zorlar. Yalnızlıkla baş edemeyen insanlar için bir gruba ait olmak her zaman daha rahatlatıcı gelir.

Erich Fromm’a göre çözüm sevgiydi

Erich Fromm’a göre, toplumdaki bu davranış biçimlerinin ve onları besleyen varoluşsal yalnızlığın çözümü aslında tek bir şeyde yatıyordu: Sevgi. Ancak bu sevgi, rastlantısal ya da romantik bir duygu değil; bilinçli olarak geliştirilen, etkili bir sevgi biçimiydi.

İlginçtir ki Fromm’un çözüm önerisinin çıkış noktası, ironik biçimde, yalnızlıkla barış içinde olabilmekti. Kişinin yalnızlıkla rahat olabilmesi, yani kendisiyle barışık olması, Frankfurt Okulu düşünürlerine göre bireysel bir güç göstergesiydi. Fromm bu durumu şöyle ifade eder:

“Başkalarını sevmekle kendimizi sevmek birbirinin alternatifi değildir. Aksine, kendine sevgiyle yaklaşan birinin başkalarını da sevebilme kapasitesi vardır. Sevgi, ilke olarak, kişi ile nesne arasındaki bağ açısından bölünemez bir bütündür.” Yani, gerçek sevgi başkalarına ya da kendimize yöneltilmiş ayrı ayrı duygular değil; bütünsel bir sevgi anlayışının tezahürüdür.

Erich Fromm’un ve Frankfurt Okulu’nun yıllar önce yaptığı tespitler, bugün de şaşırtıcı biçimde geçerliliğini koruyor. Giderek daha fazla birbirine bağlanan bir dünyada, insanlar kendilerini her zamankinden daha yalnız hissediyor.

Hayatlarımız şeffaflaştıkça, başkalarının yaşamlarına daha çok tanıklık ediyoruz—ama bu, özgün bir bağ kurmaktan çok, metalaşmış bir gözlem haline geliyor. Kendi değerimizi artırmak için paraya dayalı araçlara başvuruyor, insanları “varlık” ya da “yük” olarak sınıflandırıyor, ne sunduklarına göre değerlendiriyoruz.

Bu yaklaşım, insan ilişkilerine bir piyasa mantığı sokuyor ve sonuç olarak daha fazla insan, derin bir varoluşsal yalnızlık içinde sıkışıp kalıyor. Fromm’a göre, bu zihniyetten kurtulmanın yolu, sevgiyi bir duygu ya da nesne olarak değil, bir sanat olarak görmekten geçiyor. Tıpkı bir sanat dalında ustalaşmak gibi, sevgide de ustalaşmak için çaba gerekir. Ve bu yolculuk, sonunda “aşık olma” halini çok daha anlamlı ve derin kılacaktır.


Kaynaklar ve İleri Okumalar:


Size Bir Mesajımız Var!

Matematiksel, matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.

Matematiksel

Sibel Çağlar

Temel eğitimimi Kadıköy Anadolu Lisesinde tamamladım. Devamında Marmara Üniversitesi İngilizce Matematik Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Çeşitli özel okullarda edindiğim öğretmenlik deneyiminin ardından matematiksel.org web sitesini kurdum. O günden bugüne içerik üretmeye devam ediyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir