Bazı durumlarda kurbanlar, kendilerine zarar veren kişilerle duygusal bağlar kurar. Bu tepki, beklentinin tam tersidir. Bu duruma Stockholm Sendromu denir.

İnsan duygularının söz konusu olduğu her şeyde olduğu gibi, Stockholm sendromunun kökenlerini anlamak da basit değildir. Bu durum, rehin alan kişi ile rehine arasında bilinçdışı bir etkileşimi içerir.
Sendromun işleyişi kabaca şöyle özetlenebilir. Zamanla rehin alınan kişi ile rehineci arasında duygusal bir bağ oluşur. Kurbanın hayatta kalma arzusu ve rehinecinin yaşamını “koruduğu” düşüncesine duyduğu minnettarlık, başlangıçta ona zarar veren kişiye karşı hissettiği öfke ya da cezalandırma isteğinin önüne geçer. Sonuç olarak, Stockholm sendromu yaşayan kişiler, korku ya da tiksinti duymak yerine, kendilerini esir alan kişiye karşı sempati geliştirmeye başlar.
“Stockholm sendromu” terimi ilk kez 1970’lerde, İsveç’in Stockholm kentinde gerçekleşen ve başarısız bir banka soygununun altı gün süren rehine krizine dönüşmesi üzerine ortaya atıldı. Bu olay, kamuoyunun zihninde rehine durumlarıyla bu sendrom arasındaki bağı kalıcı hâle getirdi.
Stockholm Sendromuna Adını Veren Olay Nedir?
1973 yılında Jan-Erik Olsson isimli hükümlü, Stockholm şehir merkezindeki bir bankayı soymaya kalkıştı. Yanında makineli tüfekle gelen Olsson, dört banka çalışanını rehin aldı ve büyük miktarda para, kurşun geçirmez yelek, kaçış aracı ve eski hücre arkadaşı Clark Olofsson’un serbest bırakılmasını talep etti. Taleplerin çoğu karşılandı ve altı gün süren rehine krizi, televizyonlardan canlı yayınlandı.

Kriz boyunca rehineler ile soyguncular arasında alışılmadık bir duygusal bağ gelişti. Özellikle rehine Kristin Enmark, Başbakan Olof Palme’yi arayıp soyguncudan çok polisten korktuğunu belirtti. Enmark, Olofsson’u kendisini koruyan kişi olarak gördüğünü ve onunla bir güven ilişkisi kurduğunu ifade etti. Rehineler, operasyon sonunda dahi soyguncuların önce dışarı çıkmasını isteyerek onları korumaya çalıştı.
Bu olay “Stockholm sendromu” teriminin doğmasına neden oldu. Ancak bu tepki sadece rehin alma vakalarıyla sınırlı değildi. 1974’te ABD’de zengin bir yayıncının torunu olan Patty Hearst, silahlı bir grup tarafından kaçırıldıktan sonra onları savunmaya başladı ve suç faaliyetlerine katıldı. Bu da sendromun bir başka dikkat çeken örneği oldu.

Stockholm Sendromu Neden Olur?
Stockholm sendromu genellikle rehineler ile onları rehin alan kişiler arasında, daha önce hiçbir bağ bulunmayan durumlarda gelişir. Bugüne kadar elde edilen bulgulara göre, psikologlar Stockholm sendromunun temelinin şu şekilde atıldığını düşünüyor.
Rehine alan kişi, kurbanı öldürmekle ya da zarar vermekle tehdit eder, bunu tartar ve ardından bu eylemden vazgeçer. Görünüşte basit olan bu durum, mağdurun gözünde failin konumunu değiştirir. Zarar veren biri olmaktan çıkar, “hayat kurtaran” birine dönüşür. Ölüm korkusu, yerini minnettarlığa bırakır. Çünkü kurban, tehdidi ortadan kaldıranın ve kendisini “koruyan” kişinin fail olduğunu düşünmeye başlar.
Rehinelerin, onları rehin alan kişilerle doğrudan etkileşim kurma fırsatı bulması, bu kişileri birey olarak algılamalarını kolaylaştırır. Böylece zamanla onları daha az tehditkâr, hatta tehlikeli bir süreci birlikte atlattıkları kişiler olarak görürler. Özellikle de mağdur ile fail benzer değerleri paylaşıyorsa bu bağ daha da güçlenecektir.
Sendromun merkezinde insanın hayatta kalma içgüdüsü yer alır. Rehine kalmak ya da istismara uğramak, insan ruhu üzerinde ciddi baskı yaratır. Hayatta kalmak tek öncelik hâline gelir.
Bu noktada, bir rehinenin yaşamı, doğrudan failin insafına bağlıdır. Bu zorunlu bağımlılık içinde, failin en küçük olumlu davranışı bile “iyilik” olarak algılanır.. Hayatları başkasının kararlarına bağlı olan mağdurlar, failin ihtiyaçlarına ve beklentilerine karşı olağanüstü bir hassasiyet geliştirir.
Stockholm sendromunun neden bazı mağdurlarda geliştiği hâlâ net değildir. Her rehine, istismar kurbanı ya da travma yaşamış kişi bu tepkiyi göstermez. Bazı uzmanlar bu sendromun strese karşı bir başa çıkma mekanizması olabileceğini öne sürse de, bunun gerçekten ayrı bir psikolojik durum olup olmadığı hâlâ tartışmalıdır.
Son olarak
Stockholm sendromu, ne Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (DSM) ne de Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) listesinde resmi bir tanı olarak yer alır. Yani, Stockholm sendromu, psikologlar tarafından resmi bir psikolojik durum olarak kabul edilmez.Buna rağmen, hem rehinelerde hem de istismar mağdurlarında bu sendroma benzer tepkiler sıkça gözlemlendiği için, tamamen tesadüf olduğu söylenemez.
Bu sendromu bilimsel olarak incelemenin temel zorluğu, etik nedenlerle güvenilir veri toplamanın neredeyse imkânsız olmasıdır. Araştırmacılar insanlar üzerinde bu tür koşulları kasıtlı olarak yaratamaz. Bu yüzden, Stockholm sendromunun gerçekten ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı ve belirtilerinin neler olduğu konusunda hiçbir zaman tam bir anlayışa ulaşamayabiliriz.
Kaynaklar ve ileri okumalar:
- Stockholm Syndrome: The True Story of Hostages Loyal to Their Captor. Yayınlanma tarihi: 9 Nisan 2019; Bağlantı: https://www.history.com/news/stockholm-syndrome
- Namnyak, M & Tufton, Nicola & Szekely, R & Toal, M & Worboys, S & Sampson, Elizabeth. (2008). ‘Stockholm syndrome’: Psychiatric diagnosis or urban myth?. Acta psychiatrica Scandinavica. 117. 4-11. 10.1111/j.1600-0447.2007.01112.x.
- Cantor, C., & Price, J. (2007). Traumatic entrapment, appeasement and complex post-traumatic stress disorder. Evolutionary perspectives of hostage reactions, domestic abuse and the Stockholm syndrome. Australian & New Zealand Journal of Psychiatry, 41 (5), 377-384.
- What is Stockholm syndrome?; Bağlantı: https://www.zmescience.com/
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.
Matematiksel