Günlük ağrılarımızı hafifletmek istediğimizde çoğumuzun eli ilk olarak bir aspirin şişesine gider. Ancak, son yüzyılın en yaygın ilaçlarından biri olan aspirin aslında doğal bir bileşik olan salisilik asidin sentetik bir türevidir. Üstelik bu maddenin iyileştirici özellikleri, insanlık tarafından binlerce yıldır bilinmektedir.

Salisilik asit, söğüt ağacı da dâhil olmak üzere birçok ağacın kabuğunda bulunan bitkisel bir özütün temel bileşenidir. Ayrıca çeşitli meyvelerde, tahıllarda ve sebzelerde de doğal olarak bulunur. Bu nedenle salisilik asit ve benzer yapıya sahip salisilatlar, yüzyıllardır insan beslenmesinin olağan bir parçasıdır. Bu bileşikler, bugün “yaygın rahatsızlıklar” olarak gördüğümüz pek çok duruma karşı doğal bir savunma işlevi görmüştür.
Salisilatların ilk kullanımı yaklaşık 4000 yıl öncesine, Sümerlere kadar uzanır. Sümerler, erken dönem kil tabletlerde söğüt ağacının ağrı giderici özelliklerini kaydetmişti. Mezopotamya uygarlıkları, ateş, ağrı ve iltihap tedavisinde söğüt ağacının özütünü kullanıyordu.
Çin ve Yunan uygarlıkları da 2000 yıldan daha uzun bir süre önce tıbbi amaçlarla söğüt kabuğundan yararlanmıştı. Çinliler ayrıca kavak kabuğu ve söğüt filizlerini, romatizmal ateş, soğuk algınlığı, kanama ve guatr gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanıyordu.

Salisilik asidin en dikkat çekici kullanımlarından biri, modern tıbbın babası sayılan Hipokrat’tan (MÖ 460–370) gelir. Hipokrat, ateş ve ağrı çeken hastalarına söğüt kabuğu çiğnemelerini, doğum sancısını hafifletmek içinse söğüt kabuğundan demlenen bir çay içmelerini tavsiye etmişti. Yaklaşık MS 100 yıllarında, Yunan hekim Dioscorides, söğüt kabuğunu iltihap giderici bir madde olarak reçetelemişti.
Bir Ağrı Kesici Olarak Aspirin’in Yeniden Keşfedilişi

Bu uzun geçmişe rağmen, söğüt kabuğunun tıbbi etkileri üzerine yapılan ilk bilimsel çalışmalar 18. yüzyılda ortaya çıktı. 1763 yılında Edward Stone, söğüt kabuğu tozunun etkilerini inceleyen ilk klinik araştırmalardan birini gerçekleştirdi.
Yaklaşık bir yüzyıl sonra İskoç hekim Thomas MacLagan, söğüt kabuğu tozunun akut romatizma hastaları üzerindeki etkilerini araştırdı. Çalışmaları, bu tozun ateşi düşürdüğünü ve eklem iltihaplarını hafiflettiğini gösterdi.
Söğüt kabuğunda bulunan iyileştirici maddenin kimyasal özellikleri üzerine yapılan araştırmalar ise 19. yüzyılın başlarında ciddiyet kazandı. 1828 yılında Münih Üniversitesi’nden Johann Büchner, söğüt ağacının tanenlerinden sarı renkli bir madde izole etti ve buna Latince “söğüt” anlamına gelen salicin adını verdi.
Bir yıl sonra Fransız eczacı Henri Leroux, salisinin saf kristal formunu elde etti. 1800’lerin sonlarına gelindiğinde Almanya’daki Heyden Kimya Şirketi, salisilik asidin büyük ölçekli üretimine başladı.
Yarışı Kazanan Bayer Oldu

Bugünkü aspirin hikâyesi, boya üreten Friedrich Bayer and Company firmasının ilaç üretimine yöneldiği dönemde başladı. Bayer, zaten tanınan bir marka olduğu için kısa sürede ilaç sektöründe güçlü bir konuma geldi.
Salisilik asit yüksek dozda ve uzun süreli kullanım mide rahatsızlıklarına yol açıyordu. 1895’te Bayer, bu yan etkileri azaltacak bir bileşik geliştirmesini kimyager Felix Hoffmann’dan istedi. Hoffmann’ın babası romatizma hastasıydı ve artık salisilik asidi tolere edemiyordu. Bu durum, Hoffmann’ı çözüm aramaya yöneltti.
Sonunda Hoffmann, salisilik asidin kimyasal yapısını değiştirmenin bir yolunu buldu. 1899 6 Mart’ında Bayer, bu ürünü Aspirin adıyla tescilledi. İlacın tablet hâli ilk kez 1900 yılında piyasaya çıktı ve bu, kullanımını kolaylaştırarak yaygınlaşmasını hızlandırdı. Tıp çevrelerinde kısa sürede olumlu geri bildirimler aldı. 1915’te reçetesiz satışa sunulmasıyla, aspirin modern eczacılığın ilk yaygın, sentetik, reçetesiz ilacı hâline geldi.
19. yüzyıl ortalarına kadar hekimler, ağrıyı teşhisin temel aracı olarak görüyordu. Aspirin bu algıyı değiştirdi. Doktorlar artık başka semptomlara yönelmek zorundaydı.
Bilim insanları, aspirinin vücutta nasıl çalıştığını 1971’de anlamaya başladı. John Robert Vane ve öğrencisi Priscilla Piper, ilacın prostaglandin adı verilen bileşiklerin üretimini engellediğini keşfetti. Bu çalışma Vane’e 1982’de Nobel Ödülü kazandırdı.
Sonuç Olarak
Aspirin, insanlığın en eski ilaçlarından biri olarak bugün hâlâ tıbbın temel tedavi araçlarından biridir. Yüksek dozlarda toksik etkilere yol açabilse de, faydaları risklerinden çok daha fazladır. Artık yalnızca ağrı ve ateş için değil, kalp krizi, inme ve damar hastalıklarının önlenmesinde de kullanılmaktadır.
Son araştırmalar, prostat, kolon, pankreas ve akciğer gibi bazı kanser türlerinin gelişimini de yavaşlatabileceğini göstermektedir. Yeni ilaçlar geliştirilse de aspirin, modern tıbbın en önemli keşiflerinden biri olarak yerini korumaya devam edecektir.
Kaynaklar ve ileri okumalar:
- Aspirin: Turn-of-the-Century Miracle Drug; yayınlanma tarihi: 2 Haziran 2009; Bağlantı: https://www.sciencehistory.org/
- Montinari MR, Minelli S, De Caterina R. The first 3500 years of aspirin history from its roots – A concise summary. Vascul Pharmacol. 2019 Feb;113:1-8. doi: 10.1016/j.vph.2018.10.008. Epub 2018 Nov 2. PMID: 30391545.
- Mahdi JG, Mahdi AJ, Mahdi AJ, Bowen ID. The historical analysis of aspirin discovery, its relation to the willow tree. Cell Prolif. 2006 Apr;39(2):147-55. doi: 10.1111/j.1365-2184.2006.00377.x. PMID: 16542349; PMCID: PMC6496865.
Size Bir Mesajımız Var!
Matematiksel, matematiğe karşı duyulan önyargıyı azaltmak ve ilgiyi arttırmak amacıyla kurulmuş bir platformdur. Sitemizde, öncelikli olarak matematik ile ilgili yazılar yer almaktadır. Ancak bilimin bütünsel yapısı itibari ile diğer bilim dalları ile ilgili konular da ilerleyen yıllarda sitemize dahil edilmiştir. Bu sitenin tek kazancı sizlere göstermek zorunda kaldığımız reklamlardır. Yüksek okunurluk düzeyine sahip bir web sitesi barındırmak ne yazık ki günümüzde oldukça masraflıdır. Bu konuda bizi anlayacağınızı umuyoruz. Ayrıca yazımızı paylaşarak da büyümemize destek olabilirsiniz. Matematik ile kalalım, bilim ile kalalım.
Matematiksel





