Toplum ve Yaşam

Okumaya Hiç Vaktimiz Yok Ama Her Gün Bir Roman Okuyoruz

Aslında okuma olanağı konusunda tarihin en şanslı kuşağıyız. Yüz binlercesi ücretsiz olmak üzere hemen her kitap bir tıklama uzaklığımızda. Derinlikli bir okuma imkanı sunan sonsuz sayıda makale, deneme de hakeza… Ama çoğumuz okumak istediğimizde bile, internette, okumaktan çok, okunacak şeyler bakınmakla vakit geçiriyoruz.

Beynimiz yatay bir okuma şekline adapte oldu. Yani bir sayfayı bitirdiğimizde sağdaki sayfaya geçiyoruz. Sayfadaki bir dipnota bile çoğu zaman ya sayfayı ya da okumayı bitirdikten sonra bakıyoruz. Derinlikli, konsantre, uzun okuma yapabilmeye imkan veren bir okuma şekli bu… 

İnternet evreninde okuma ise yukarıdan aşağı kayıyor. Ve okuma güzergahımız, tıklandığında bizi menzilimizden koparıp fırlatmaya hazır birer mayın gibi dizilmiş, reklamlar, linkler ve görsellerle dolu. Severek okuduğumuz uzunca bir metindeki aktif linke dayanamayıp tıkladığımızda bile dikkatimiz yazıdan uzaklaşıyor. ‘Retweet’, ‘fav’, ‘like’ gibi bildirimlerin yoğunlaşmamızı neredeyse imkansızlaştıran akışı da cabası…

İnternet ve sosyal medya bize sıkça okuma illüzyonu yaşatıyor. Sırf sosyal medyada paylaşılan kısımlarına denk geldiğimiz, hakkındaki Tweetleri gördüğümüz için veya hakkında bir kaç şey okuduğumuz için ‘okuduk’ sandığımız makaleler, kitaplar var.

Hatta bir sosyal medya araştırması, paylaşılan birçok makalenin, paylaşan kişilerce aslında okunmadığı tespitinde bulunacaktı. Bunu destekleyen bir başka araştırma ise, uzun bir yazının okunan kısmı arttıkça, yazının paylaşma oranının o ölçüde düştüğü sonucuna varacaktı. Düşüncelerimiz ve yargılarımızın dayandığı temel, böylesi bir okuma illüzyonundan veya sosyal medyanın sığlığından ibaret hale geldiğinde birer ‘yapmacık zeka’ya dönüşmemiz işten bile değil. 

Son 10 yılda en yaygın medyum haline gelen sosyal medyanın teknolojisi, terbiyesini kitap okumadan almış yoğunlaşma meziyetimizi hızla köreltiyor. Bu da, özellikle de toplumların ‘okuyan-yazan’ bireylerini derin okumalardan hızla uzaklaştıran bir etkiye dönüştü.  

Mark Twain vaktiyle, klasikleri, “herkesin okumuş olmayı çok istediği ama okumadığı kitaplar” şeklinde tanımlamış. Günümüzdeki halimizi görse, genel olarak kitapları, ‘herkesin okumuş olmayı istediği ama okumadığı uzun paylaşımlar’ şeklinde hicvederdi belki de.

Aslında Her Geçen Gün Daha Fazla Okuyoruz

Yanlış anlaşılmasın, her geçen gün daha az okuyan bir türe dönüşmüyoruz. Tam aksine bugün, gazetecimiz, aydınımız, akademisyenimiz, politikacımız, öğrencimiz ve hele hele sokaktaki ortalama insan, sadece 1970’ler veya 1980’lerdeki muadillerinden değil tarihteki bütün muadillerinden çok çok daha fazla okuyor.

The Morning News’in editörü Nikkitha Bakshani’nin ‘Aşırı Okuma İlleti’ yazısında aktardığı bir araştırmaya göre ortalama bir Amerikalının gözleri bir gün boyunca, gazete, SMS, reklam, pano, kitap, sosyal medya, TV gibi araçlardan ortalama 100 bin yazılı kelimeye denk geliyor. Pazarlama şirketi Likehack’in derlediği verilere göre de, ortalama bir sosyal medya kullanıcısı günde ortalama 54 bin kelime eden içeriği okuyor. 

Yani, her birimiz, bir yandan ‘kitap okumaya hiç vaktimiz kalmıyor’ diye yakınırken, farkında olmadan, her gün, bir araya getirildiğinde orta halli bir roman oluşturacak büyüklükte içerik okuyoruz.

Sosyal Medya Okuma Biçimimiz Değiştiriyor

Sosyal medyanın, okuma şeklimize, düşünce sürecimize ve düşüncelerimizi paylaşma üslubumuza etkileri çok büyük. Ve okuma şeklimizdeki bu radikal dönüşümün, düşünce tarzımız üzerindeki etkisinin farkında bile değiliz.

Sosyal medya, duygusal provokasyon yüklü, aşırı, ayrıştırıcı ve reaksiyoner paylaşımın, sakin sağduyulu, kuşatıcı, ilkeli, konunun kompleks yapısını anlama amaçlı içeriklerden çok daha yaygın değer gördüğü bir yer. Rasyonel bir konsensüse ulaşma ve gerçeği ortaya çıkarma arayışının yerini, kabileci, grupçu, egoist, zaferi haklı olmaya önceleyen, her şeyi karşıt görülenlere yıkma hevesli bir kakofoni alıyor. Sorunlara geniş açılardan daha derin daha soğukkanlı, daha çözüm odaklı bakışın sesini duymayı zorlaştırıyor.

Dahası, sosyal medya bizi altından kalkamayacağımız yoğunlukta bir akışa maruz bırakıyor. Bu aşırı haber, bilgi ve yorum yüklemesi de bizi, kestirmeden, önyargılarımızı ve her konudaki mevcut yargımızı pekiştirecek haberlere, yorumlara ulaşmaya yöneltiyor. Sosyal medya platformlarının ‘azami trafik, azami tıklama’ amaçlı algoritmaları da buna yardım ediyor. Bizi, kendimizi daha konforda ve müttefik ortamda hissedeceğimiz filtre balonlarının içine ve tekrarlara hapsediyor.

“Sistem 1” ve “Sistem 2”

Bu yüzden de, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Daniel Kahneman‘ın Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabında, “Sistem 1” ve “Sistem 2” dediği iki düşünce tarzı arasındaki farkı en iyi gözlemleyebileceğimiz yerlerden biridir sosyal medya…

Sistem 2, ariflere, mütefekkirlere, aydınlara özgü, tarta tarta, farklı açılardan da bakarak, bilmediği, anlamadığı, kaçırdığı noktaları olabileceğini hesaba katıp anlamaya çalışarak “yavaş” düşünme tarzıdır. Gayret ve zahmet gerektiren, saman alevi gibi parlamayan, ahlaklı, mantıklı ve tutarlı olmaya değer veren, bilinçli ve farklı açıları da görmeye hevesli bir düşünce sürecidir.

Bir yargıya varması zaman alır. 6000 bin yıl kadar önce, sürülerimizdeki keçi sayımızı veya ambarımızdaki buğday miktarını hesaplama çabasıyla gelişmeye başlayıp, günümüzün en kompleks ayrıntılara dikkat edebilen insan beynine ulaşmamızı sağlayan düşünce tarzıdır. Uygarlığı doğuran şeydir. Sistem 2’nin ideal medyumu, akademi, kitap veya uzun derinlikli okumalardır.

Sistem 1 İlkel Düşünme Biçimidir

Bu türümüzün yüz binlerce, milyonlarca yıllık evriminde doğada var olabilmek için geliştirdiği ilkel düşünce biçimimizdir. Anında kavgaya, anında vurmaya, anında uçmaya, anında kaçmaya hizmet eder. Otomatiktir, zahmetsizdir, çok çabuk ve kestirmeden tamamlar kendini. Önyargılara, bilinçaltı müktesebatına ve ilkel duygulara dayanarak hemen yargıya varır. İdeal medyumu ise, iki cümlede her şeyi anlatan Tweetleri, görsel Facebook memeleri, tek kare fotoğraf üzerine bina edilmiş ‘düşünceleriyle’ sosyal medyadır.

İnsan olarak beynimizin her iki düşünce tarzına da ihtiyacı var. Ancak, uygar bir toplum için sistem 2 düşünce tarzının varlığı olmazsa olmazdır. Aydınları, gazetecileri, akademisyenleri bile sadece sistem 1 düşünce tarzına kendini mahkum etmiş toplumlarda asla uygarlık olmaz.

Derinleşme, yoğunlaşma ve nüanslardan uzaklaşmak, bizi, istisnasız hepimizin az da olsa yaşadığı yanlış bilgilendirme etkisi (misinformation effect) denen psikolojik etkiye de çok daha açık hale getirir. Çoğu zaman, öyle olmuş olabileceğine inanmaya hazır olduğumuz için bir bilgiyi doğrulamaya ihtiyaç duymadan paylaşmakta beis görmez ve mizenformasyona neden oluruz.

Mizenformasyon etkisi ise, önyargımızı destekleyen yanlış bir bilgiyi, yanlış olduğunu öğrendikten sonra bile unutmazken, fikrimizi desteklemeyen doğru bilgileri hafızamıza kaydetmemeye neden olur. Düşünce dünyamızı, yanlış iddialarımızın ve sığlığın kölesi yapar.

Sosyal medya kaynaklı yüzeysel okumalar, telaşlı, panik, paranoyak, sansasyonel düşünce yapısının küresel bir salgına dönüşmesinde önemli role sahiptir. Saman alevinden uygarlığın sonunu geldiğini düşünecek bir ruh hali oluşturur. Korku ve paranoya insanları aşırılığa, sistem 1 merkezli düşünmeye yönelten güçlü motivasyonlardır.

Varoluşsal tehdit altındayız, küresel güçler ülkemizi yok etmek için birleşti, bir olma yada ölme yol ayrımındayız gibi iddiaların hiç sorgulanmaması, birbirinin kopyası komplo teorilerinin kürenin her yerinde orijinalmiş gibi kabul görebilmesi, zihinsel ve entelektüel sığlık ister. 10 yıl önce özgürlüğün platformu olarak selamlanan sosyal medyanın bu sığlığı kolayca inşa eden bir ortam olduğu son 10 yılda daha net anlaşıldı. 

Okumaya Hiçbir Zaman Vakit Bulamıyoruz Çünkü Gereksiz Şeyleri Sürekli Okuyoruz

kitap okumak

Aydın ve arif bir insan olmak, ulaşılıp kalınan sabit bir sosyal statü veya bir unvan değil. Derinlikli okuma, anlama çabası ve karşılaştırmalı düşünme eyleminin sağladığı bir perspektiftir. Beslenmesi durunca, perspektif de kaybedilir. Bir dönem bize yeni açılar kazandıracak perspektife sahip bazı insanların, yaşamlarının bir döneminde birer sığ demagoga, propaganda papağanına dönüşebilmesi bundan.  

‘Yoğunluktan’ veya ‘vakit bulamadığımız’ için hiç kitap okuyamayan bir insana dönüşünce, sadece öğrencilik yıllarımızda veya yaşamımızın bir bölümünde okumuş olduklarımızla yaşamımız boyunca ‘aydın’ bir insan kalamayız.

Fiziksel olarak aktif olmayı bırakıp abur cubur yemeye başladığımızda bedenimizi zinde ve sağlıklı tutmak ne derece mümkünse, kitap okumayı bırakıp, sosyal medyadan abur-cubur okumalarla düşünce dünyamızı kuşatıcı, zinde, anlamaya ve tanımaya açık tutmak da o derece mümkün olabilir. 

Çoğumuzun bilgisayarları, hafif bir göz gezdirdikten sonra, ‘fırsat bulduğumda okurum‘ diye bookmark’a listelediğimiz veya kaydedip dosyaladığımız ama bir daha asla okumadığımız şahane yazılarla dolu. Bir gün vakit ayırıp çok şahane okumalar yapacağımız yanılgısı yaşıyoruz. Bunun yerine, ‘timeline’ımızda 24 saat durmaksızın akıp duran ve çoğu birkaç dakika sonra çöp olacak içerikleri, veya yüz ayrı kişiden aynı konu veya haberi tekrar be tekrar okuyabiliyoruz.

Anlamlı bir metne 20 dakika ayırmayı zaman israfı görürken, gün içinde yüzlerce kez ‘günaydın’, yüzlerce kez ‘iyi akşamlar’, yüzlerce kez ‘hayırlı cumalar’, yüzlerce kez ‘kandiliniz mübarek olsun’ vs yeniden ve yeniden okuyabiliyoruz. Toplumsal gündemimizi tourette sendromlu vakaların tartışmasına veya papağan atışmasına benzeten nedenlerden biri de belki de bu…

Sonuç Olarak;

Bütün okuma faaliyetimiz, sosyal medyadaki sığ ve anlık okumalardan ibaret hale gelmişse, günün sonunda sığlaşmamız kaçınılmaz. Derinlikli okumayı bıraktığımızda, zihinsel yelkenlerimizi, okyanuslardan denizlere, denizlerden göllere, oradan su birikintilerine ve nihayet kuraklığa doğru açmış oluruz. En nihayetinde de elimizde, kurumuş bir gölden sonra karaya oturmuş bir tekne kadar işlevsiz bir zihin yapısı kalır. Sosyal medyadan bardakla su taşıyarak yüzdüremeyiz o gemiyi. “Neyi okuyorsan osun” diyor Maryanne Wolf bir başka röportajında ve ekliyor; “ama bundan daha önemlisi, nasıl okuyorsan osun”

Cemal Tunçdemir tarafından kaleme alınan ve sizlere ulaştırmak istediğimiz bu yazının bazı kısımları kısaltılmıştır. Orijinal halini bu kaynaktan da okuyabilirsiniz.


Matematiksel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu