
Yazımızın birinci ve ikinci kısımlarında Kırık Camlar Teorisi’nin tanımından ve uygulamalarından bahsettik. ( Yazının bitiminde erişebilirsiniz). Bu üçüncü ve son kısımda ise teorinin zayıf noktalarına bakacağız. İlk kısımda bahsettiğimiz gibi, Kırık Camlar Teorisi, kamuya açık alanlarda gözlemlenen basit suç ve düzensizliklerin, eğer kontrol altına alınmazlarsa, zaman içinde ciddi suçları doğuracağını savunan kriminolojik bir teoridir.
1982 tarihli makalelerinde teoriyi ortaya atan G. L. Kelling ve J. Q. Wilson’ın bu çalışmalarında yaptıkları en temel şey, düzensizlik ile suç arasındaki iyi bilinen ve alışılagelmiş bağıntıyı, sadece bir bağıntı olmaktan çıkarıp, nedensel bir ilişkiye (sebep-sonuç) dönüştürmüş olmalarıdır.
Kelling ve Wilson böylece düzensizliği suçun temel sebebi olarak göstermiştir. Eğer düzensizlik suçun temel sebebi ise, suçun ortadan kaldırılabilmesi için önce düzensizliğin önlenmesi gerekir. Bu da Kırık Camlar Teorisi’nin yazının ikinci kısmında bahsettiğimiz şehir güvenliği uygulamalarının temelini oluşturan prensiptir. Kırık Camlar Teorisi’ne karşı ortaya atılan görüş ve eleştirileri iki ana başlık altında toplamak mümkün gibi görünüyor.

Kırık Camlar Teorisi’ne karşı ortaya atılan görüş ve eleştiriler
Düzensizlik ile suç arasında gerçekten Kelling ve Wilson’ın iddia ettiği gibi nedensel (sebep-sonuç) bir ilişki var mı? Diğer bir deyişle, düzensizlik gerçekten suçun temel sebebi mi? Böyle bir nedensel ilişki ispat edilebilir mi?
Kırık Camlar Teorisi’nin şehir güvenliği uygulamalarında polisin rutin devriyeler sırasındaki müdahalelerinin gereksiz ve sert olarak değerlendirilmesi. Bu davranışların halkın polise karşı güvenini zedelediği ve polise karşı gereksiz bir tepkinin oluşmasına sebep olduğu iddiası.
Düzensizlik ile suç arasında Kelling ve Wilson’ın iddia ettiği nedensellik Kırık Camlar Teorisi’nin temelini oluşturuyor. Yazarlar bu iddialarına temel ispat olarak da yazının birinci kısmında bahsettiğimiz Prof. P. G. Zimbardo’nun “Anonymity of Place” isimli sosyal deneyinin sonuçlarını göstermişler.
Destekleyici başka gözlemler de sunulmuş ancak temel çıkış noktası bu sosyal deney. Kısaca hatırlatmak gerekirse Prof. Zimbardo biri fakir ve suç oranı yüksek (Bronx), biri de gelir seviyesi yüksek ve güvenlikli (Palo Alto) olmak üzere iki farklı semte, plakaları sökülmüş ve arızalı olduğu fikrini verecek şekilde kaputları açık iki araba bırakıyor. Sonrasında bu semtlerde yaşayan rastgele insanların bu arabalara neler yaptıkları kaydediliyor.
Bu noktada öncelikle suçun temel sebebi tek başına derya deniz bir konu. Hiç ayrıntıya girmeden şunu söylemek mümkün: Yapılan bilimsel çalışmalara göre suçun başlıca sebepleri ekonomik etkenler (düşük gelir seviyesi), sosyal çevre (gruplar, komşuluklar), aile yapısı ve zihinsel hastalıklar gibi ana başlıklar altında belirlenmiş durumda.
Alanda uzman pek çok bilim adamı düzensizlik ile suç arasında bir bağıntıyı tabii ki kabul ediyor. Ancak düzensizliğin tek başına suçun temel sebebi olması pek kabul görmüyor. Uzun lafın kısası Kırık Camlar Teorisi’nin temelindeki kabullenmede ciddi bir çatlak var.
Dahası teoriye karşı getirilen en ciddi eleştirilerden biri de orijinal makalede bahsedilen Prof. Zimbardo’nun gerçekleştirdiği sosyal deneyin ve sonuçlarının gerçeklerden farklı olarak aktırıldığı iddiası. Orijinal makalede Kelling ve Wilson temelde şunu yazıyor: Yüksek gelir seviyesine sahip insanların yaşadığı, güvenlikli Palo Alto’da bırakılan araca bir haftadan daha uzun bir süre boyunca hiç zarar gelmiyor; hiçbir şey çalınmıyor.
En sonunda Prof. Zimbardo beklemekten sıkılıyor ve bir balyoz ile aracın camlarını kırmaya başlıyor. Bunu gören çevredeki insanlar da yıkıma katılıyor. Temel çıkarım ise gelir seviyesi, eğitim seviyesi, kariyer, sosyal statü gibi etkenlerden bağımsız olarak tüm insanlar vandallığa yatkındır. Eğer çevrelerinde vandallığı normal gösterecek, cesaretlendirici bir örnek görürlerse içlerindeki vandallık ortaya çıkar.
Ne var ki bu sosyal deneyi ve sonuçlarını çok farklı aktaran daha güvenilir kaynaklar mevcut, örneğin [1]. Bu kaynağa göre, bir hafta boyunca bekleyip kayda değer hiçbir şey göremeyen Prof. Zimbardo, Palo Alto’da park edilmiş olan arabayı Stanford Üniversitesi’nin (Palo Alto’ya oldukça yakın bu arada) kampüsüne sürer.
Kampüse geldiklerinde profesörün araştırma ekibi bir balyoz ile arabaya vurmaya başlar ve bunun oldukça zevkli bir aktivite olduğunu fark ederler. Prof. Zimbardo’nun kendi aktarıma göre, öğrencilerinden biri arabanın üstüne çıkıp zıplamaya başlar. Bu sırada farklı iki öğrenci araba kapılarını kopartmaya çalışır. Bir başka öğrenci kaputa ve motora balyozla vururken bir diğeri arabanın camlarını kırmaktadır.
Stanford kampüsü içinde bu durumu izleyen ve büyük ihtimalle bu aktiviteleri gerçekleştiren (oldukça ünlü) profesörü ve öğrencilerini tanıyan diğer öğrenciler ise araba zaten hurdaya döndükten sonra yıkıma katılırlar. Buradaki kırılma noktası şu: Palo Alto’da kayda değer bir şey olmamıştır. Sözde vandallık aktiviteleri Stanford Üniversitesi kampüsü —içinde— gerçekleşmiştir. En önemlisi, buradaki sözde vandallıklar ünlü bir akademisyenin ve araştırma grubuna dahil öğrencilerin kampüsün ortasında göstere göstere arabayı paramparça etmesinden sonra gerçekleşmiştir.
Sonuç Olarak;
Uzun lafın kısası buradaki sözde vandallar (Stanford öğrencileri) bütün olayın bir gösteri ya da büyük ihtimalle bir sosyal deney olduğunun zaten farkındaydılar. Yani Kelling ve Wilson’ın orijinal makalelerindeki yorumlarının doğruluğu maalesef bu sosyal deneyi hangi kaynaktan okuduğunuza göre oldukça değişebiliyor.
İkinci eleştirinin temel sebebi rutin devriyeler sırasında polisin en ufak ve önemsiz görünebilecek davranış bozukluklarına bile uyarılar, cezalar ve tutuklamalar ile müdahale etmesi. Bu yaklaşıma Sıfır Tolerans Uygulaması adı verilmiş.
Örneğin, New York’taki uygulamalar sırasında rutin devriye gezen polis memurları sokaklarda şüpheli gördükleri şahıslara karşı Durdur-Sorgula-Ara (Stop-Question-Frisk / SQF) adı verilen ve pek hoş olmayan bir yöntem kullanmış.
Bu uygulama eğer yanlış bilmiyorsam New York’ta hala devam ediyor. Yani bir polis memuru sadece ona şüpheli göründüğünüz için sizi durdurup, çeşitli sorular sorup, üzerinizi arayabiliyor. Bu aramadan herhangi bir sonuç çıkmazsa da “Haydi iyi günler, devam et…” deyip işine bakmaya devam ediyor. Tahmin edebileceğiniz üzere bu uygulamaya takılan şahısların çoğu azınlıklar (zenci ve Latin kökenli). Bu da şehir sakinleri tarafından ırkçı bir yaklaşım olarak algılanabiliyor.
Suçun temel nedenleri gibi bu konu da oldukça derin ve sıkıntılı bir konu. O yüzden bundan daha fazla bahsetmeyeceğim. Ancak şunu vurgulamamız gerek: Sıfır Tolerans Uygulamaları Kırık Camlar Teorisi’nin bir parçası değil. Kırık Camlar Teorisi’nin şehir güvenliğine uygulanmasının pek çok yöntemi düşünülebilir. Sıfır Tolerans Uygulamaları bu yöntemlerden sadece biri ve maalesef teoriyi çok iyi anlamış bilim insanları tarafından değil, konuya yüzeysel olarak hakim kanun uygulayıcılar tarafından geliştirilmiş.
Sonuçta unutmamak gerekiyor ki hangi alanda olursa olsun bir teorinin pratik uygulamalarının başarısı, teorinin doğruluğu kadar uygulamanın dikkatlice ve titizlikle tasarlanmasına ve gerçekleştirilmesine de bağlı…
Referans: [1]- Ansfield “How a 50-year-old study was misconstrued to create destructive broken-windows
policing”https://www.washingtonpost.com/
Matematiksel