Psikoloji

Neden Erteleriz? Ertelemenin Nöropsikolojik Temelleri

Günlerdir verilerini topladığı makaleyi yazmak için bilgisayarın başına geçen Emre, arkadaşlarıyla pes atmanın şimdilik daha iyi olacağı kararını vererek tez yazımını yarına erteler. Ne zamandır fazla kilolarından rahatsız olan Nazlı, diyetisyen arkadaşından aldığı diyet programına uymak için hafif bir kahvaltı yapar; neden sonra gün içerisinde gördüğü baklavayı yemek daha ağır basar ve diyeti ileri bir tarihe erteler. Yaz tatili ödevini yetiştirmek için az bir zamanı kalan Ceren, bu akşam kesinlikle yapmaya başlama kararı alır. Toplar araç gereçlerini ve oturur masasına. Fakat o da ne; güzel bir hava var dışarıda. Bu havada çay içmek ne de güzel olurdu. Derken Ceren, yaz tatili ödevine başlamak için yarının daha ideal bir gün olacağına karar verir.

Bu örnekler size de tanıdık geldi mi? Öyle zannediyorum ki gelmiştir. Çünkü hepimiz bir şeyleri erteleriz bazen. Fakat çoğumuz erteleme işini biraz daha sık yaparız. Bu çokluğu merak ediyor musunuz? Yapılan araştırmalara göre yaklaşık %80’lik bir kısım. Ve eğer bu makaleyi okumayı ertelemeyi düşünüyorsanız, siz de bu dilimin içindesiniz.

Neden Erteleriz?

erteleme eğilimi

Bu soruya cevap vermeden önce Psychological Science’da yayınlanan bir deneyi ele alalım: Bu deneyde, manyetik yankılama görüntüleme (MRI) yöntemi kullanılarak, 264 kadın ve erkeğin beyinleri incelendi. Daha sonra katılımcılar, eylem ve dürtü kontrol etme yeteneklerinin ölçüldüğü bir anket doldurup, ‘karar ile ilgili eylem yönelim’ (AOD) puanı elde ettiler. Ya da diğer bir ifadeyle, kendilerinin ne kadar ‘erteleyici’ veya ‘yapıcı’ oldukları belirlendi.

Bulgular, eylem kontrolleri zayıf olan insanların (erteleyicilerin), genelde daha büyük bir amigdalaya sahip olduklarını gösterdi. Amigdala, beynin korku ve duygulara yönelik ana kontrol noktasıdır. Bu bulgu neden erteleriz sorusunu cevaplamak için yeterli mi sizce? Araştırmacılar bu bulguyu şöyle yorumladılar: “Bu yüzden daha yüksek bir amigdala hacmine sahip olan insanlar, içinde bulundukları duruma karşı daha yönelimli oluyor ve bu sebeple, iyi bir gerekçe olmadığı sürece bir hedefe başlamaktan çekinmeye ve işlerin başlangıcını ertelemeye eğilim gösteriyorlar.”

Amigdala beynimizde yer alan limbik sistemin bir parçasıdır. Limbik sistem duyguların mahalli. Amigdala ise korku, kaygı ve hazzın ortaya çıktığı yerdir. Bundan dolayı amigdalaya eylem kontrolünün merkezi olarak nitelenir. Araştırmacılardan birisi şu yorumu yapıyor: “Daha büyük bir amigdala hacmi olan bireyler, bir eylemin olumsuz sonuçları konusunda daha kaygılı olabilirler. Bu kişiler tereddüde düşüyor ve işleri erteliyorlar”

Erteleyenlerin Beyinleri Farklı mı Çalışıyor?

İşte merak ettiğimiz cevaba ulaştık nihayet: Ertelememizin sebebi amigdalamızın daha büyük olması. Bu sizi tatmin etti mi? Beni etmedi, hatta şu soruyu aklıma getirdi: Neden %80’lik dilimin amigdalası daha büyük? İşte psikoloji bilimi bunun için var. Gelin hep beraber bu durumun temelinde yatan ana sebebi bulalım. Adım adım ilerleyelim…

Beynimizin karar verme mekanizması prefrontal kortekstir. Bu kabuk, beynimizin frontal (ön) lobunda bulunur. Kendi benliğimizi, ailemizi ve sosyal çevremizi tanımladığı gibi genel ve anlık karar alımını da bu bölge sağlamaktadır. Yani planladığımız bir işin yapma zamanı geldiğinde prefrontal korteks harekete geçerek işe başlama kararı alır. Fakat erteleriz. Çünkü o esnada yürüyüş yapmak, baklava yemek, oyun oynamak veya muhabbet etmek daha güzel gelir. İşte bütün bunlar duygularımıza hitap ediyor. Yani limbik sisteme. Dolayısıyla işlerini erteleyenlerin limbik sistemi, prefrontal korteksi etkileyerek başka bir karar almasını sağlıyor. Yukarıda naklettiğimiz araştırmada amigdalanın ertelemek işinde önemli bir konumu olduğunu gördük. O halde duygularımıza hitap edip başka işler yapmamıza sebep olan kaygı ve korkularımızdır.

Kaygı ve korkular neden kaynaklanır?

Eğer bu noktada “amigdalamızın büyüklüğünden” cevabını verirseniz, kendinizi kısır döngünün içerisinde bulur ve hiçbir yer ulaşmazsınız. Kaygı ve korkularımız yaşam deneyimlerimize bağlı olarak artar ya da azalır. Bu deneyimlerimizin beynimizi etkilemesi için erken çocuklukta yaşanmış olması gerekir. Bundan dolayı merak ettiğimiz cevabı çocuklukta aramalıyız.

Çocukluk doğal bir süreçtir. Her çocuğun birbirine benzer davranışları ve istekleri vardır. Hepimiz çocukken aynı benliğe sahiptik. İşte bu benliğin adı çocuk benliğidir. Yani doğuştan getirdiğimiz kişiliğimiz. Her insan ayrı bir sosyal çevrede doğar ve yaşar. Hepimizin farklı değer ve düşüncelere sahip bir ailesi vardır. Bu da farklı yaşam biçimi demektir. İşte farklılıklarımızın başlangıç noktası burasıdır. İçinde bulunduğumuz kültürel çevre…

Bu kültürel çevrenin merkezinde aile bulunur ve aile erken çocuklukta aktif roller alarak kişiliğimizin büyük bir parçasını belirler. Ailenin yapılandırdığı benliğimize Freud “Süper Ego –üst benlik-” demiş, Berne ise daha sade olarak “Ebeveyn Benliği” demiştir. İsimlendirmelerin şimdilik bir önemi yok. Şimdi asıl meseleye gelelim…

Doğuştan getirdiğimiz doğal çocukluk benliğimiz, dürtüleriyle hareket eder. Arzu ve isteklerini hemen yerine getirmek, merakını gidermek ister. Onun için ayıp, mantık ve “başkaları ne der” yoktur. Dolayısıyla nasıl olursa olsun yapmak ister. Fakat aile doğal olarak bazı sınırlandırmalar koyar. Bu sınırlandırmalar ilk eğitim aşamasıdır ve pek tabiidir. Ama nasıl yapıldığı büyük önem kazanır. Ailelerin çocuklarını eğitirken ki tutum ve davranışları, çocukların karakterini belirleyen en önemli etmenlerdir.

Aileler bu noktada sert ve katı bir tavır takınırlarsa, çocuk korku hisseder. Bundan dolayı içinde bulunduğu ortama uyum sağlamayı içselleştirir. Yani korkusunu yenmenin yolu uyum sağlamaktır. Bu, onun beyni için bir şarttır (şart-meşrut ilişkisi). Unutmayın beynimiz mantıklı değil koşullu çalışır. Ailelerin sert ve katı eğitim metodu, doğal çocuğa zarar verir. Yani aslında doğuştan getirdiğimiz benliğimiz olan doğal çocuğun özellikleri de çok önemlidir. Çünkü burada yatan arzu ve istekler, ileriki yaşamımızda hedeflerimiz için önemli iken; merak ise araştırma ve öğrenme çabamız için önemlidir. Dolayısıyla ailelerin benimsemesi gereken eğitim metodu, sert ve katı değil yumuşak ve esnek olmalıdır.

Bu durum, aileler için olduğu kadar öğretmenler için de geçerlidir. Çünkü çok küçük yaşlarda kreş ve okul ile tanışan çocuklarımız, bu dönemdeki eğitim metodundan da etkilenir. Doğal çocuk ile kültürel benliğimiz çatışmasından ortaya çıkan kararsızlık, çocukları zaman kazanmaya yöneltir. Çocuk zaman kazanarak, otoriteleri bir parça olsun yatıştırır ve aynı zamanda içindeki doğal istekleri tatmin eder. Böylelikle erteleme içselleştirilerek, fizyolojik yapımızı etkiler.

ertelemenin bilimi
Neden sürekli bir şeyleri erteleriz?

Erteleyenler kimlerdir?

Kamyon arkası, mahalle arası duvar ve mezar taşı yazılarında karşılaşılan manzaralar, erteleyenlerin ne kadar çok olduğunu ortaya koyuyor aslında: “Çok şey yapmak istesek de, engeller yalnız bırakmadı bizi”, “Zaman yetmedi.”, “Hiç başlamadık bu hayata” vb… Ertelemek beynimizin bir fonksiyonu değil, sadece bir koşuludur. Beynimiz mantıklı değil koşullu çalışır. Yani beynimizin fonksiyonu değildir erteleme. Doğuştan var olan beyin yapımız bu noktada etkili olsa da, asıl belirleyici olan yaşam deneyimlerimizdir. Dolayısıyla erteleme, kültürel uyuma zorlanan kimselerin karakter özelliğidir. Yarının yetişkinlerinin işlerini ertelemelerini mi istersiniz, yoksa hedeflerini zamanında yerine getirmelerini mi? İşte bugünün anne-babalarının kendilerine sormaları gereken soru budur. Çünkü belirleyici olan aile ve eğitmenlerin tutumudur.

Peki, ertelemeyi içselleştirenler bu durumdan nasıl kurtulur?

Bazen ertelemek büyük bir sorun haline gelir. Böyle durumlarda uzun bir terapi sürecine ihtiyaç duyulabilir. Bunun haricinde bazı basit ilkeler ile kişinin kendini eğitmesi faydalı olacaktır. Tabii ki, beyin yapısı ve çocukluk deneyimleri silinecek değildir. Ertelememek için inanmak, planlı çalışmak ve güçlü olmak öncelikli özelliklerdir. Bireyin prefrontal korteksi bazı hatırlatmalar yaparak uyarması gerekir. Bunu için beynine mesajlar göndermeli, sürekli telkinler ile kendini uyarmalıdır. Ertelemenin üstesinden gelmek için daha geniş tavsiyeleri ilerde kaleme alacağım. Fakat makale içerisinde değinilen sebepler, ertelememek için ilk adımdır; bunu unutmamak gerekir. Beynimizin koşullu çalıştığı gerçeği kabullenilmelidir. Böylelikle koşullanılan durumlardan kurtulmak için duyarsızlaştırma bizim ellerimizde.

Kadir Özsöz

Matematiksel

Editör

Bu yazı gönüllü yazarlarımız tarafından hazırlanmış veya sitemiz editörleri tarafından belirtilen kaynaktan aslına uygun kalınarak eklenmiştir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu