
Belki de insan türünün yer yüzünde sürdürülebilir bir yaşantıyı benimsemesi, aylaklık kültürünü yaşamında yerleştirip hem kendine hem diğer canlılara yaşam alanı sağlamasıyla mümkün olacak. Her birimiz farklı oranlarda heves duyarak çalışırız. Bazılarımız sadece gününü geçirip kendisini hoşnut tutmaya çabalar; bazılarımız ise insanlığa etkide bulunabilecek uzun soluklu başarılar elde etmek için uğraşır. Eğer ikinci kategorideki insanlardan örnek düşünürsek Darwin akla gelebilir, en azından bir doğa bilimci olarak ortaya koyduğu çalışma şevki bakımından. Çalışmaları neticesinde açıkladığı evrim teorisiyle onun ismini ölümünden yüzyıl sonra bile anmaktayız ve yüzyıllarca da anılacak gibi.
Fakat Darwin’in çalışma hayatına baktığımızda, bir “çalışmakolik” olmadığını görüyoruz. Aslına bakınca çalışma saatlerini bölümlere ayırıp aynı ciddi tutkuyu koruyarak çalıştığını fark ediyoruz. Darwin’in oğlu Francis Darwin, babasından hatırda kalan günlük programını şöyle anlatıyor:
“Sabah yürüyüşünden ve kahvaltıdan sonra 8:00’de çalışmasının başına geçer ve bir buçuk saat durmadan çalışırdı. Saat 9:30’da gelen mektupları inceler, cevaplar yazar ve 10:30’da kuş kafeslerinin, serasının ve deneylerini gerçekleştirdiği diğer binaların olduğu yere geçip deneyler yapardı. Öğlene doğru kendi kendine iyi bir iş çıkardığını söyler ve tekrar uzun bir yürüyüşe çıkardı”. Bu yürüyüşünden sonra da mektuplarını cevaplamaya devam eder, saat 15:00 civarında uzanıp dinlenir, tekrar yürüyüşe çıkar, çalışmasına geri döner ve sonra ailesiyle akşam yemeği yer, yatağa genel olarak 22:30 civarında giderdi.
“Bu program dahilinde tırmanıcı bitkiler, kabuklu deniz hayvanları üstüne teknik bilgileri de içeren 19 kitap yazdığı gerçeği ortada. İnsanın Türeyişi de bunlardan bir tanesi. Ve tabii ki Türlerin Kökeni’ni unutmamak gerek. Bilim tarihinin en ünlü kitabı olmakla beraber halen daha doğa hakkında ve kendimiz hakkında olan düşüncelerimizi etkiliyor.” diye anlatıyor Alex Soojung-kim Pang. Ayrıca Viktorya döneminde metinsel üretkenliği yüksek, yorulmak bilmeyen mektup yazıcı ve sosyal reform mücadelecisi olarak bir başka Charles isimli İngiliz, yüzlerce kısa hikayesi ve makalesiyle, 5 kısa romanı ve Oliver Twist, İki Şehrin Hikâyesi, Büyük Umutlar gibi toplamda 15 tane romanıyla Charles Dickens var.
“Yaşamının önceki döneminde geceyarısı kandillerinde çalışan Charles Dickens sonrasında kent katipliği yaparmışçasına daha sistematik, düzenli bir günlük program uygular kendisine ve çalışma odasından 9:00’dan 14:00’e kadar –öğle yemeği molası hariç- çıkmazdı. Günlük 5 saat çalışmadan sonra Dickens’ın işi tamamdı.” şeklinde yazıyor Pang.
Diğer birçok başarılı yazar da benzer şekilde çerçevesi belirlenmiş çalışma düzenlerine sahip ve bu yazarlar içinde örneğin Anthony Trollope, Alice Munro, Somerset Maugham, Gabriel Garcia Marquez, Saul Bellow ve Stephen King bulunuyor. Bilimde ve matematikte de bu düzeni uygulayanlardan Henri Poincaré ve G.H. Hardy’yi sayabiliriz.
Pang ve diğerlerinin çalışma alışkanlıkarı, aylak olmak ve verimlilik üzerine yaptıkları araştırmalar son zamanlarda çok dikkat çeken ve hepimizin daha ‘iyi’ çalışmak için daha ‘az’ mı çalışmamız gerekiyor sorusunu sık sık düşünmemizi sağlayan nitelikte. “İşinizi seviyor olsanız da, uzun saatlerce gönüllü çalışsanız da yorulduğunuz zaman hata yapma oranınız yükselir, bu bir gerçek.” diyor Sarah Green Carmichael. Dahası, “Çok fazla çalışırsanız büyük resmi görme duyunuzu da kaybedersiniz. Araştırmalar gösteriyor ki bizler yıprandıkça çalılıklar içinde kaybolmaya daha çok meylederiz.”.
8 Saat Çalışma
Bu bulgunun kökeni de esasında Darwin ve Dickens’ın yaşadığı 19. yüzyıla dayanıyor: “Organize iş gücü fabrika sahiplerini günlük çalışma saati limitini 10 saate ve daha sonra da 8’e indirmeye mecbur ettiğinde yönetenler şaşırtıcı bir şekilde ürün verimliliğinin arttığını ve pahalı iş kazalarının azaldığını gözlemlemişlerdir.”
Artık 21. yüzyılda 4 saat çalışmak, 8 saat uyku ve 12 saat kendimize vakit ayırmak üzere kurgulamamız gereken bir düzen ihtimali doğuyor. Hatta bu konudaki çalışmalar 20. yüzyıl başlarında yapılmış, endüstri devriminin getirdiği makineleşmeyle aslında insanların iş yüklerinin 4-5 saat aralığında bırakılması, aylak olmanın önemi üzerine fikirler ortaya sunulmuştur. Ancak bu konu günümüze kadar (belki de sanayileşmenin artması için bilerek) sürüncemede bırakılmış, insanlar 8 saat ve hatta daha fazla çalışma altında çalışmaya devam etmişlerdir (ç.n).
Bu söylemler akademide çalışanlara yönelik olarak da düşünülebilir. Eski bir bankacı ve şimdi üniversite profesörü olan Alexandra Michel’in deneyimlerinden faydalanmak gerekirse, “Günlük dört saat çalışma sınırı özgün araştırmalar yapanlar için uygun olabilir. Yıpranmaktan kaçınmayı ve hayatlarında bir dengeye ulaşmayı sağlamış olanlar bu biçimde belirlenmiş bir çalışma düzenine bağlı kalanlardan çıkıyor genellikle.
Çünkü akademisyenler, işçiler gibi belirli ve düzenli çalışma saatleri olmayan bir kesim. Böyle olunca diğer kontrol mekanizmaları devreye giriyor, üstlerinin baskısı gibi.” Bu yüzden yeterince aylak olmamız için daha uygulanabilir çalışma alışkanlıklarına giden yoldaki ilk adımımız ne olmalıdır, onu biliyoruz en azından: Darwin ve Dickens gibileri üstümüz olarak dikkate alacağız.
A. Caner Sönmez
Kaynak: Charles Darwin & Charles Dickens’ Four-Hour Work Day: The Case for Why Less Work Can Mean More Productivity; https://www.openculture.com/
Matematiksel