
İnsanlar yazı yazmaya başladıkları ilk zamandan itibaren aşk hakkında yazdılar. Bilinen en eski aşk şiiri MÖ 21. yüzyıldan günümüze kalan İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen bir tablettir. O zamandan beri yazarlar ve şairler aşkın acı verici olabileceğini, bırakmanın imkansız olduğunu ve hatta bağımlılık yapabileceğini ilan ederken, aynı zamanda ne kadar güzel olduğundan da bahsediyorlar.
Peki ama aşk nedir? Nerede ikamet ediyor? Onu ne tetikliyor? Ve “tepetaklak” düştüğümüzde zihnimizde ve bedenimizde gerçekten neler oluyor?

Aşk Nedir?
Aslında “aşk nedir?” sorusunun cevabını vermek için “Hoşlanma nedir? Sevgi nedir? sorularının cevabını verebilmemiz gerekiyor. Hoşlanmak, birine karşı olumlu düşüncelere ve hislere sahip olma ve o kişi ile birlikte olmaktan keyif almak olarak tanımlanabilir.
Birini sevdiğimizde, bir kişiden hoşlandığımız zamanki gibi aynı olumlu düşünceleri ve deneyimleri yaşarız. Ama aynı zamanda o kişiye karşı derin bir ilgi ve bağlılık duygusu oluşur. “Aşık” olmak yukarıdakilerin hepsini içerir.
Aşk karşımıza temelde iki formda çıkar. Bunlardan ilki tutkulu aşk diğeri de arkadaşça aşktır. Tutkulu aşk, insanların tipik olarak “aşk” olduğunu düşündüğü şeydir. Tutku birisine yönelik yoğun bir özlemi ve sürekli birlikte olma arzusunu, kıskançlığı içerir. Diğer durumda ise bu duygular yoğun değildir. İlişki daha arkadaşçadır bağlılık ve güven söz konusudur.
Tutkulu aşk kısa ömürlüdür. Hissedilen yoğun duygular zaman içinde azalır. Kişiler birbirini tanıdıkça ilişki rutin gelmeye başlar. Heyecanın azalması devamında tutkunun da azalmasına neden olur. Ayrıca, işin içine ebeveynlikler gibi sorumluluklar da karışınca tutku biter. ( Ek okumalar için: Sokrates’in Öğretmeni Mantinealı Diotima Aşk Konusunda Bize Ne Öğretebilir?)
İnsanlar Neden Aşık Olur?

Aşk, insanları birbirine bağlı tutan bir duygudur. Evrimsel psikoloji perspektifinden bakıldığında, bu duygu türümüzün devamını sağlamamızı sağlamıştır. Aşk olmadan insan türünün devamını sağlamak zordur. Bu durumda da “Aşk, insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir.” diyen Arthur Schopenhauer haklı olabilir.
Ancak, aşkın yalnızca evrimsel değil, biyolojik bir temeli de vardır. Aşkla ilgili yapılan nörofizyolojik araştırmalar, tutkulu aşkın acısını çeken insanların, ödül ve zevkle ilişkili beyin bölgelerinde artan aktivasyon yaşadıklarını göstermektedir. Aslında, aktive olan beyin bölgeleri, kokain tarafından aktive edilenlerle aynıdır.
Bu alanların aktivasyonu, savunmacı davranışı engellemeye, endişeyi azaltmaya ve güveni artırmaya hizmet edebilir. Buna ek olarak, amigdala ve frontal korteks gibi alanlar aşka tepki olarak devre dışı bırakılır. Bu karşımızdaki kişiye karşı olumsuz duygu veya yargı oluşturma olasılığını azaltma işlevi görebilecek bir süreçtir.

Aşkın bir bağımlılık olduğu fikri hem tanıdık hem de rahatsız edici. Partnerimizle olan karşılıklı sevgimizi bir uyuşturucu alışkanlığı ile kıyaslamamız pek hoş değil. Ama gerçekten de, birçok bilim insanı dikkatlerini “aşk bağımlılığı” fikrine ve uyuşturucu kullanan beyninizin aşık olan beyninize nasıl benzeyebileceğine çevirdi. Sonucunda da beynin ödül sisteminin hem aşka hem de uyuşturucuya benzer şekilde tepki verdiği anlaşıldı.
Aşık Olunca Vücudumuzda Nasıl Değişiklikler Gözlenir?
Oksitosin ve vazopressin, aşkla yakından ilişkili hormonlardır. Hipotalamus tarafından üretilirler ve hipofiz bezi tarafından salınırlar. Kadınlar oksitosine, erkekler vazopressine daha duyarlıdır. Aşkın yoğunlaştığı dönemlerde hem oksitosin hem de vazopressin oranları artar.

Bu hormonlar beyindeki sayısız sisteme etki eder. Bu reseptörler aşkla bağlantılı bir dizi beyin bölgesinde bulunur. Özellikle, oksitosin ve vazporessin, dopaminerjik ödül sistemi ile etkileşime girer. Bunun sonucunda da hipotalamus tarafından dopamin salınımını uyarır.
Aktive olan dopaminerjik yollar, tatmin edici bir zevk duygusu yaratır. Yollar ayrıca, aşkın ilk aşamalarında sıklıkla gözlemlenen obsesif davranış ve duygusal bağımlılıkla tutarlı olan bağımlılık davranışıyla da ilişkilidir.
İlginç bir şekilde, arkadaşlık gibi romantik olmayan ilişkilerde bu beyin bölgeleri harekete geçmez. Bunun sonucunda da hormon salgılanışı gerçekleşmez. Bu bulgular bize, birinden hoşlanmanın, birine aşık olmakla aynı şey olmadığını açıkça söyler. Aradaki fark beynimizdedir.
Kısacası “Gerçek aşk”ın ilk aşamaları kadar bizi iyi hissettiren çok az şey vardır. Bu yüzden yaşamımız boyunca aşkı arayıp dururuz. Ancak bunun arka planı oldukça karışık bir süreçtir.
George Nathan’ın dediği gibi “Aşk, birçok kişi tarafından yaşanan, ama çok az kişi tarafından keyifle sürdürülebilen bir duygudur.” Aradığınız aşkı bulup koruyabilmeniz dileğimizle. Ayrıca göz atmak isterseniz: Aşkın Matematiği: Neden Sevgilim Yok Derseniz Matematik Cevap Versin
Kaynaklar ve ileri okumalar:
- What is love?; Yayınlanma tarihi: 14 Temmuz 2020; Bağlantı: https://theconversation.com
- What is love? Here’s the science; yayınlanma tarihi: 17 Mayıs 2016; Bağlantı: https://theconversation.com/
- How romantic love is like addiction; yayınlanma tarihi: 16 Ekim 2021; Bağlantı: https://bigthink.com/
Matematiksel